Neresini savunacaksın bu adamların!
Kabul edelim... Al Capone benzetmesi hoş olmamıştır...
Bir eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, “Neden yazdığınız iddianamede sanıklara olmadık sıfatlar takıyorsunuz?” diye sorulduğunda, “Benzetmeyi güçlendirmek için bu yola başvuruyorum” cevabını vermişti.
Başbakan hangi benzetmeyi güçlendirmek için bu yola başvurmuştur, bilmiyorum.
Bunu kendisi cevaplar...
Normal bir akıl, normal bir dimağ, önyargılarından arınmış normal bir kafa, bu nevi sıfatlandırmaların “gereksiz” olduğunu düşünür.
Ben de öyle düşünüyorum.
Fakat, bu demek değil ki, önüne konulan “ağır vergi cezası” faturasından sonra kendisini iyice “mağdur psikolojisi”ne kaptıran Aydın Doğan Bey’i savunuyorum.
Durumuna üzülüyorum ama savunmak içimden gelmiyor.
İçimden gelse de, elim varmıyor...
Bu beyefendi, birçok günlük, haftalık ve aylık mevkuteye sahiptir.
Birçok televizyon kanalının ya “biricik sahibi” ya da en büyük ortağıdır.
Elinin altında (basın alanı dışında faaliyet gösteren) mebzul miktar işletme ve bir dönem “dağıtım karteline” dönüştürdüğü büyük bir “dağıtım şirketi” bulunmaktadır.
İyidir, hoştur, çelebidir, mütevazıdır, fasıllara gitmektedir, büyükle büyük küçükle küçük olmasını bilmektedir, arada sırada “İstanbul vergi şampiyonu” olmaktadır falan filan ama bazı kötü alışkanlıklara sahiptir.
Mesela, “1997 yılında ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan koalisyon hükümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi...” demiş, bunu diyebilmiş bir adamdır.
Kendisini siyasete hiza ve istikamet vermekle görevli sanıyor herhalde.
Bütün hükümetler, koşulsuz, “grubuna” biat etmelidir.
Bir dediği iki edilmemelidir.
İstediği bölgeye, istediği, tesisi kondurabilmelidir.
İstediği ihaleye girebilmelidir.
İstediği sayıda televizyonu yayına sokabilmeli, istediği kadar gazete ve derginin sahibi olmalıdır.
Kartel yasaları kendisine karşı işletilmemelidir.
Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’le dalaşmalarını hatırlayalım.
Erbakan’a ettiklerini...
Rahmetli Ecevit’e reva gördüklerini...
RTÜK yasasını onaylamayan Ahmet Necdet Sezer’e çektirdiklerini...
Bunları hatırlayalım... ‘Topyekün savaş’, ‘İşi bu defa silahsız kuvvetler halletsin’, ‘Paşa Başkan’ı hizaya soktu’ manşetlerini ise hiç aklımızdan çıkarmayalım.
Evet, durumuna üzülüyorum ama savunmak içimden gelmiyor.
Hem, kendisiyle mahkemeliğiz.
Bu satırların yazarından 300 milyar lira istiyor.
Bir de yazıyla yazalım: Üç yüz milyar lira.
Kesilen vergi cezasının “insafla bağdaşmadığını” söyleyip duruyor ama istediği tazminat miktarının hangi insafla bağdaştığını hiç gözetmiyor.
Maaşlı adamlarının yaptığı gibi, kimseye çemkirmemiştim, kimseye küfretmemiştim, kimseye haksız isnatta bulunmamıştım. Sadece Yargıtay’ın verdiği “medya organlarını baskı aracı olarak kullanıyor” kararını köşeme taşımıştım.
Dün baktım, maaşlı adamları ağız birliği etmiş gibi, “Al Capone” meselesine sardırmış...
Başbakan’ı eleştiriyorlar...
Kendi zaviyelerinde haklıdırlar...
Fakat “benzetme” ve “lakap takma” konusunda hassas bu arkadaşlar, başkalarında kınadıkları şeyin aynını yapma hakkını kendilerinde görebiliyorlar. Utanmadan “Keşanlı Galileo”, “müptezel”, “beyinsiz”, “şerefsiz” diye ünleyebiliyorlar.
Neresini savunacaksın bu adamların!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.