Açılımlara karşı duranların hiç şansı yok...
Açılım üstüne açılım yaşıyoruz. İçeride, dışarıda besbelli yeni bir rüzgâr esiyor. Kangren olmuş hayatî problemlere neşter vuruluyor. İçeride Kürt açılımı, dışarıda Ermenistan ile imzalanan protokol, önceki gün Suriyeli bakanlarla yapılan ortak toplantının anlattığı kardeşlik köprüsü...
Ne oluyor, ne bitiyor? Bu açılımları, değişimleri nasıl değerlendireceğiz? Nasıl okuyacağız? Bu soruların cevabı, çağı ve dünyayı, öncelikle de kendi ülkenizi, kendi toplumunuzu nasıl okuduğunuza bağlı.
Ya "ulusalcılar" siyasette CHP-MHP gibi bakacak; "Türkiye elden gidiyor, iktidar teslim oldu/alındı" diyeceksiniz... Ya da "içeride ve dışarıda şartlar değişti, bir kader denk noktasında Türkiye ayağa kalkıyor, bize yakışan yeri doldurmak üzere güçleniyoruz" diyeceksiniz...
Mesela Türkiye-Ermenistan protokolünün imza töreni... Arkada ayakta duran ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner ve Avrupa Birliği'nin Dışişlerinden Sorumlu Yüksek Komiseri NATO eski Genel Sekreteri Solana, o törende neden varlar? Bir bakış açısı; bize boyun eğdirirken görülüyorlar... Diğer bakış açısı ise; küresel değişim ve yeni şartların, Türkiye'nin önemini artırdığını gösteren bir fotoğraf bu. Küresel terörün daha da güçlendirdiği evrensel barış ve medeniyetler ittifakı talebi, Türkiye'yi vazgeçilmez kılıyor. Türkiye gibi laikliği, dünya ile entegre olmada problem görmeyen, evrensel insanî değerlerle yoğrulmuş demokrasiyi önemseyen bir Müslüman ülkeyi, giderek küresel bir güç haline getiriyor. Türkiye artık küresel tahterevallide, önemli bir denge unsurudur. Türkiye, yeni enerji koridoru özelliği ile de hem Avrupa, hem Rusya, hem Ortadoğu ülkeleri açısından stratejik değeri katlanan bir ülkedir.
Yıldızı böylesine parlayan, dünyada ikinci bir ülke yoktur. Yeni Türkiye, işte sırf bu yüzden dışarıda güvenilir ve güçlü, içeride de demokrasi problemini çözmüş istikrarlı bir ülke olmak zorundadır. Doğru okunması gereken gerçek budur.
Bu gerçeği okuyamayan anayasal kurumlar, siyasî partiler, iş ve üniversite dünyası ve tabii ki medya için sağlıklı bir gelecek yoktur. Kimse kendini kandırmasın.
Açılımların, demokrasinin çıtasını yükselten değişimlerin önünü artık kimsenin kesmesi mümkün değil. Onun için Ergenekon davası, sulandırıcılardan, susturuculardan, bulandırıcılardan, saptırıcılardan en yakın zamanda kurtulacaktır. AB ilerleme raporunda, Ergenekon davasıyla ilgili olarak; "Türkiye tarihinde ilk kez darbe teşebbüsleri yargılanıyor", "Genelkurmay, Ergenekon davası ve iddianamesi hakkında yorum yaparak yargıyı baskı altına aldı" denmesi, laf olsun diye söylenmiş değildir. Yeni durumun artık anlaşılması için yapılan bir çağrıdır bu.
Avrupa Birliği; Ergenekon davasının, anayasal kurumların olması gereken yere gelmelerinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasının, Türkiye'ye sunduğu fırsatın altını boşuna çizmiyor. Keşke, askerimiz, yargımız, medyamız herkesin gördüğü, anladığı gerçeği bizzat kendileri görse ve kabullense. Böyle dışarıya laf söyletme, muaheze edilme fırsatları verilmese... Alaya alınmasalar, azarlanmasalar, küçümsenmeseler...
Zaman'ın kampanyası için gittiğim şehirlerde ortak endişe olarak şunu gördüm: Ergenekon davası, bu açılım hamleleri, Türkiye'yi arzu ettiği ufuklara taşıyabilecek mi?
Cevaben; "bir iki nesil daha sıkıntı çekebiliriz, fakat bu yolun geri dönüşü yok" dedim. Teker tümseği aştı. Bu gidişin, yürüyüşün önü kesilemez. Türkiye'nin yeni dinamikleri, iç ve dış konjonktür, demokrasi cephesini güçlendirdi. Bürokratik yapının bünyesinde de, statükonun, artık ülkemizi zayıflattığı, engellediği, anlaşılmaya başlandı. Türkiye, gücünü bundan böyle demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, kendisi kalarak dünya ile entegre olma iradesinden alacaktır.
İnanınız, bunu anlayamayanların hiç şansı yok...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.