Habur kahramanları!
Bir haftadır gazeteler, televizyonlar, kamuoyu bu görüntülerle meşgul. Zihinlerde zâlim şüpheler, amansız sorular. “Habur meydan muharebesi” ne zaman oldu? Bu üstü başı dökülen, yaşını başını almış “kahramanlar” hangi savaşı kazanarak havaî fişeklerle, zılgıtlarla, alay-ı vâlâ ile karşılandı?
Bu miting kalabalıkları neyin şenliğini yapıyor?
Türkiye’nin büyük bir nüfus çoğunluğu, açıkça veya üstü kapalı şekilde bu soruları sorup duruyor. Başkalarına sormayan, kendine soruyor. Hatta halkın önemli bir kısmı seçimdeki tercihleri üzerinde tereddütlere düşüyor. “Yoksa mağlub edilen ben miyim?” diye içinden geçiriyor!
Bu kadar kan boşuna mı aktı?
Gencecik delikanlılar bunun için mi canını verdi?
Bu maskeli balo grubu sınırlarımızın içinde hangi sefere koşuyor?
Allah Allah! Bu sûreta “muharip” kıyafetli zevat hem de “barış grubu” imiş! Barış için böyle yapmışlar!
İşin görüntüsü böyle. “Muzaffer öncüler”, bu kıyafetlerle geliyorlar ve devletin engin müsamahasıyla çattığı, dikkatli bakmayınca görülmeyen kılıçların altından geçerek ülkeye giriyorlar. Bunu DTP’nin başkanı görüyor ve ilgililerden kılıçları biraz yukarı kaldırmaları dileğinde bulunuyor!
Ve elbette yılların biriktirdiği meseleler omuzlarında, onları bekleyen uyum konuları da önlerinde. Bu yüzdendir ki onları karşılayanlar, bu grubu topluca bir yerlerde misafir ediyor. Ailesinin, hatta çoluk çocuğunun yanına bile göndermiyor. Çünkü gerçekle ilk günden yüzleşmek zorunda kalmaları istenmiyor!
İşte insanî bir dram: Bu grupta bulunan bir şahıs, 15 yıl önce eşiyle birlikte beşikteki çocuğunu bırakıp dağa çıkmış. Niye evlendin? Neden çocuk yaptın? Neden dağa çıktın? Çıktıysan neden indin? Oğlan babaannesine emanet edilmiş. 16 yaşına gelen çocuk, ilk kez babasıyla karşılaşıyor. “Anne ve babamı çok özlemiştim. Şimdi babama kavuştum. İnşallah barış sağlanır da anneme de kavuşurum” diyor. Baba ise, 15 yıl sonra özlem duyduğu topraklara ve ailesine kavuşmanın mutluluğunu yaşadığını söylüyor. Gözyaşları arasında oğluna sarılan anne ise, “Oğlum 15 yıl sonra oğluna kavuştu. Ben de 15 yıl sonra oğluma kavuştum. Aslında ikimizin de özlemi aynıydı. O da, ben de yavrumuza kavuştuk” diyor...
Bu gerçek resmi bütün resimlerin önüne geçirmek için vakte ihtiyaç var. Zaman hükmünü icra edecek ve hamaset yerini hakikate terk edecek. Bu dağ kadrosu elemanı bundan sonra ne yapacak?
Parti onlara profesyonel işler mi ayarlayacak?
Siyasete atılıp seçimle bir yerlere mi gelecek?
Dağdaki birikimini (!) değerlendirerek ülke içinde bir iş mi tutacak?
Eğer böyle bir iş sahibi olacaksa, Diyarbakır’da mı, Türkiye’nin batı vilayetlerinden birinde mi bunu yapacak? Bundan sonra da bu kıyafetle dolaşmaya devam edecek mi?
Yoksa omuzlarda taşınarak kahraman muamelesine tabi tutulan bu zevat, bir yerlerden “kahramanlık maaşı” mı alacak?
Bu sorular mutlaka cevaplanacak. Cevabı verilen her sorudan sonra yeni sorular devreye girecek. Çünkü gerçek hayat yürürlüğe girecek!
Ben Habur’daki şamatayı bir zafer alayı olarak görmedim. Bir nevi örtü, kamuflaj etkisi uyandırdı. Çünkü gerçek zaferler böyle kutlanmaz.
Müthiş bir örnek biliyorum.
Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethetti. Osmanlı Devleti’nin en az iki asırlık geleceğini böylece tayin etti. Bu büyük zaferden sonra muzaffer ordusuyla İstanbul’a yaklaştığı haber alınınca büyük bir karşılama merasimi tertiplendi. İstanbul, tarihinde görmediği bir kutlamaya hazırlanıyordu. Yavuz Selim başta olmak üzere kahramanlar zafer taklarının altından geçecek, sevgi haleleri altında gurur içinde Topkapı Sarayı’nın sultani kapısından girecekti.
Yavuz Selim, omuzlarında büyük muzafferiyetlerin yükü, gece yarısı Üsküdar’dan bir kayıkla karşıya geçti ve Topkapı Sarayı’na intikal etti.
Gerçek zafer şamata istemez!
Kitap hattı:
Tek Kelimelik Sözlük. Ali Ural bizim gibi yüzbinlerce kelimelik sözlük işleriyle uğraşanları kitabın adıyla şaşırtıyor. Önce Necip Fazıl’ın “Lügat” isimli iki mısralık şiiri hatırıma geldi:
Tutuşturanlar, lügat kitabını elime,
Bilsin: Allahtan başka bilmiyorum kelime.
Sonra da “Yüzkarası” şiirinin son mısraları:
Alnımda tozpembe secde yarası,
Lügat kitabımda tek isim: Allah!
Necip Fazıl 20. Yüzyılda dinî hissiyatı yeniden ifade yolunda güçlü adımlar attı. Ali Ural aynı duyarlılığı sürdürüyor. İslâmî hassasiyet günümüzde yeni ifade biçimleriyle tazeleniyor. Tek Kelimelik Sözlük bu çabanın çok güzel bir verimi. (Şûle Yayınları, 0212 528 23 57)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.