Hükümet açılımları yönetemiyor
Kriz yönetimi' diye bir deyim var. Şimdi de Türkiye'nin gündeminde açılımların yönetilmesi zorluğu var. Zira, iki açılım da kontrol dışına çıkma emareleri gösteriyor. Ermenilerle barış yapmadan Azerilerle kavgalı pozisyona düştük. Onlarla nota'lar üzerinden konuşuyoruz. Bayrak indirme krizleri yaşıyoruz. Burada şüphesiz Azeri tarafının da kabahatli yönleri var. Tamiri bahanesiyle Diyanet Camii'nin geçici süreler kapatılması gibi şimdi de Şehitler Hıyabanında göndere çekili olan Türk bayrağının indirilmesi sözkonusu hale gelmiştir. Halbuki, o bayrak oradaki şehitler için dikilmiştir. Şehitler de Türk-Azeri kardeşliğinin sembolüdür. Hükümetler üstü bir hadisedir. Bayrak iki ülke hükümetlerinin ilişkilerinin gelgitlerine kurban edilemez. Azeri yöneticilerin maksadını aşan tepkilerinin gerisinde İsrail gibi Türkiye'nin eksen kayması yaşadığına inanmalarıdır. Buna göre, Türk dış politikası ABD-Ortadoğu gergefine hapsolmuş durumdadır. Bu şu demek mi oluyor: Azerbaycan yönetimi Suriye ile açılımı kıskanıyor. İhtimal vermek istemiyoruz ama sanki böyle bir ihtimal ortaya çıkıyor. Lakin işin bir doğru yönü de var. Nazarbayev'in şaşaalı ziyaretine rağmen 7 yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye-Türkistan ilişkileri yerinde sayıyor. Sıçrama bir yana fazla bir gelişme kaydetmedi. Rusya seviyesinde bile gelişmedi. Bu da tescil edilmesi gereken başka bir noktadır. Türkiye, Azerbaycan'ı kaybetmeden Ermenistan'a açılması ve kazanması gerekir ve umulur. Lakin Ermenistan süreci olgunlaşmadan Azerbaycan'la ilişkilerde krizler yaşamaya başladık. Bir şeyler ters gidiyor. Kimileri İsrail'le ilişkilerin gerilemesinin Erdoğan'ın duygusal nöbetlerinin ürünü olduğunu savunurken bir başkaları da Azerilerin tepkisini de hissi bağlama yerleştirebilir. Lakin somut bir veri olarak; Azerbaycan-Ermenistan cephesinde Türkiye'nin beklediği bir gelişmenin olmadığı da gerçek.
Öteki açılım ise iyice kontrol dışına çıkmak üzere. Baştan adı yanlış telaffuz edildi ve süreç yanlış bir noktadan başladı. Kürt açılımı dendi lakin üzerine demokratik açılım sosu ilave edildi. Bunun üzerine kendilerini bu açılımın muhatabı gören kimileri de durumdan vazife çıkardı. Dolayısıyla süreç İmralı-Kandil hattının kontrolü altına girmeye başladı. Halbuki, Apo'nun muhtemel katkısı reddedilmese bile bunun gayri resmi düzeyde ve dolaylı kalacağı öngörülmüştü. Gelinen süreçte ise Apo fiilen sürecin parçası haline gelmiştir. Buna mukabil, şimdi hükümet erkanı feryadı basıyor. Feryat yetmez ve çözmez. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, bu olanların da sürecin bir parçası olduğunu ve öngörüldüğünü söylemesine rağmen bu parça kontrol dışına çıkmış ve başta başbakan olmak üzere yetkililerin şikayetine konu olmuştur. Mukayese gibi olmasın lakin yaşanılanlar bir amiyane sözü akla getiriyor: İp puştun eline geçmiştir. Elbette buradaki ifade benzetme için kullanılmıştır. Hakaret kastedilmemiştir. Söylenmek istenen şudur: İnisiyatif hükümet dışı unsurların ve aktörlerin eline geçmiştir. Bu unsurları Devlet Bahçeli biraz da provokatif bir ifade ile 'Kandil hacıları' olarak nitelendirmiştir.
Sürecin yönetilmesinde daha doğrusu yönetilememesinde hükümet erkanı ve siyasetçiler şaşkın olduğu gibi sürecin arkasında duran fikir erbabı da istikametlerini kaybetmiş gözükmektedir. Sözgelimi, Mümtaz'er Türköne savrulma emareleri göstermektedir. Osmanlı modelindeki istisnai bir örneği kes-yapıştır yöntemiyle günümüze ve Apo meselesine aktarmak ve monte etme basiretsizliğine düşmüştür. İnisiyatifi kaptırınca ve cin şişeden çıkınca Apo ile ilgili tasavvurları da tepetaklak olmuştur. Çiller döneminde 'ölen de öldüren de bizimdir' diyen zihniyet gitmiş yerine siyasi liberalizm gelmiştir. Lakin böyle bir siyasi liberalizm anlayışı liberalizmin merkezi olan Batı'da bile yoktur. Süreci fiilen yedeğine alanlara ortaklık veya siyasi rüşvet teklif ediyor ve Apo'nun merkez valisi gibi Cevdet Paşa'nın Tezakir'deki yazdıkları doğrultusunda merkez paşası yapılmasını teklif ediyor. Karşı taraf merkez paşalığı ile yetinmezse Türköne'nin C planı nedir acaba? Herhalde sonunda aktif paşa yapılmasına da razı olur. Türköne'nin yanlışı Osmanlı asileriyle PKK'yı birbirine karıştırmasıdır. Kafa karışıklığı da bu karışıklıktan tevellüt etmektedir. Halbuki, Taha Akyol'un çok yerinde bir tespitiyle PKK normal bir parti değildir. Bütün tarafları ve şimdi de bütün süreci kontrol etmek isteyen totaliter bir anlayış ve ötesinde yapıdır. Bu yapı ile demokratik dans yapılmak isteniyor! Elinizi verseniz kolunuzu kurtaramazsınız! Hükümet güvenlik boyutunu kontrol altına almak isterken işin siyasi boyutunu kontrolden kaçırdı. Türköne'nin teklifi de bunu gösteriyor. Yetkililer Apo'yu hapisten yönetemezken o hapisten sadece taraftarlarını yönetmekle kalmıyor; bütün Türkiye'yi yönetmeye aday olduğunu da gösteriyor. Demek ki resmi tarafın otoritesi ve caydırıcılığı aşınmış. Hükümet meseleyi siyasi olarak yönetemezken Türköne gibiler de fikren yönetemiyorlar. Açılımı yönetemezseniz açılımın altında kalabilirsiniz. PKK şakaya gelmez...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.