Sayın Başbakan lütfen
Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal, dün İstanbul’da çeteye yardım ve bilgi sızdırdığı iddiasıyla ilgili olarak özel yetkili savcılara ifade verdi. Ardından tutuklandı.
Bu süreçten hükümetin çıkarması gereken çok önemli dersler var. Özellikle Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın...
Maalesef süreci iyi yönetemediler. Hatırlayacaksınız; Faruk Ünsal, Sakarya Akyazı’da çete operasyonu yapan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Alpaslan Hersanlıoğlu ve bu şubeden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Şahne’yi görevden aldı. Kısa süre sonra Hersanlıoğlu, İstanbul’a sürüldü. Şahne’ye bağlı olan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi başka bir müdürün yetkisine verildi. Hakkında çeteye yardım ettiği ve bilgi sızdırdığı iddiası bulunan Faruk Ünsal ise hakkındaki idari ve adli soruşturmaya rağmen koltuğunu korumayı başardı.
İşin garibi, Faruk Ünsal, daha önce bu iddiayı dile getirdiğim yazıdan dolayı suç duyurusunda bulundu, Bakırköy Savcısı Remzi Yaşar Kızılhan ise kamu görevlisine hakaret ettiğim gerekçesiyle dava açtı. Umarım, savcım, bu tutuklama kararı karşısında, hakkımda dava açtığı için vicdan azabı çekiyordur. Savcımı bir kenara bırakıp sayın başbakana buradan seslenmek istiyorum. Bu hatayı ancak siz düzeltebilirsiniz.
Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal aklanana kadar dinlendirmek, çetelerle mücadeleye büyük önem veren şahsınız için isabetli olacaktır.
Eğer, korursanız, ne sizin ne de arkadaşlarınızın, darbe planı hazırlamakla suçlanan Albay Dursun Çiçek ve faili meçhul cinayetlerle yargılanan Albay Cemal Temizöz’ün neden hala görevde tutulduğunu sormaya hakkı olmaz.
Hadi, askere lafımız geçmiyor, kabul ettim. Ya Faruk Ünsal?
Sola kır, dön Ergenekon’a
1983 yılı Kasım ayında askeri darbe sonrası ilk genel seçimler yapılırken, üniversite öğrencisiydim. O tarihte oy kullanma yaşı 21 olduğu için sandığa gidemiyordum. Babama salık verdim; “Oyun ANAP’tan şaşmasın.” Temel gerekçem, o dönemde en sivil ve liberal partinin ANAP olmasıydı. 12 Eylül öncesi MHP hareketi içinde yer alan ve İslahiye’nin bildik esnaflarından olan babamın tercihi, özel harpçi General Turgut Sunalp’in MDP’sinden yanaydı: “Ankara’dan talimat geldi, MDP’ye oy vereceğim.”
“Ankara”dan kastı, merhum Alpaslan Türkeş’in karargahıydı. Siyasi yasakları nedeniyle seçime katılamadıkları için Sunalp’tan yana tavır alıyorlardı.
Ne var ki, bu irade, tabana tam olarak yansımadı.
1987 yılındaki Demirel, Erbakan, Türkeş ve Ecevit’in siyasi yasaklarının oylandığı referandumda, bu kez, Özal’ın karşısında buldum kendimi. Muhatabı kim olursa olsun bir temel hakkın oylanamayacağı düşüncesindeydim. Siyasi yasakları savunan Özal, daha sonra TCK’daki 141, 142 ve 163. maddeleri kaldırarak, mezhep çatışmaları ve Kürt meselesine radikal çözümler önererek düşünce özgürlüğünün sınırlarını genişleten ciddi reformların öncü ismi oldu.
Vesayet rejimin prangalarından sıyrıldıkça daha demokrat söyleme tutunmaya çalıştı: “Söz, düşünce ve kanaat, hak ve hürriyetler, demokrat düzenin temel vasıtasıdır.”
1993 yılında hayata veda ettiğinde, böyle biriydi.
Ne var ki, siyasi mirasını devrederken, eşi Semra Özal’ın vesayetinden kurtulamadı. Semra Hanım’ın isteğiyle ANAP’ın kurucu üye listesine son anda eklenen Mesut Yılmaz, yine Semra Hanım’in desteğiyle mirası devraldı. Turgut Bey, eşinin tanıştırdığı, ihtilal lideri Kenan Evren’in tavsiyesiyle bakan yaptığı Yılmaz’a hiçbir zaman güvenmedi. Ancak eşi yüzünden zikzaklı davranınca tutarlı bir yol bulamadı. ANAP’ın 37 kurucusundan biri olan Yılmaz, 1991 yılında devraldığı partiyi, 18 yıl sonra gömerek tarihe geçti. Daha vahim olanı, demokrasi şehitlerinin ruhunu acıtırcasına darbe heveslilerinin cirit attığı Demokrat Parti’ye anahtarı teslim etmesidir.
Mesut Bey, yeni oyunu, Ergenekon sanıklarının kaldığı Silivri’yi toplama kampına benzeten ve darbe planlarına sahip çıkan Hüsamettin Cindoruk’la kuruyor. Birinin arkasında 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in manevi gücü, diğerinin arkasında 28 Şubat’ın mimarı Süleyman Demirel var. Milliyet’in dünkü manşetine göre; Hikmet Çetin, Süheyl Batum ve Yılmaz Büyükerşen gibi isimler de DP’ye katılacakmış ama şartları partinin hafif sola kaydırılmasıymış.
Manşet de şöyle: “Sola kırın gelelim.” En güzel benzetme de DP’nin eski Genel Başkanı Süleyman Soylu’ya ait: “Sola yatık, Ergenekon savunucusu bir DP çıktı.” Çağdaş bir siyasal konsept!
Bal gibi yapamazsın paşam
Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu, bugünlerde kanal kanal dolaşıp Kurmay Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu belirtilen darbe planıyla ilgili savunma yapıyor. Öyle bir edayla konuşuyor ki, gören, Genelkurmay sözcüsü sanır. Diyor ki: “Genelkurmay irticayla mücadele eylem planı yapar, hem de bal gibi yapar.” Bal tutan parmağını yalarmış ama bu paşanın ağzına acı biber sürmek gerekiyor anlaşılan. Ya da Genelkurmay, daha önce yaptığı gibi emekli paşaları uyarabilir. Çünkü: TSK’nin bazı güç odakları tarafından sistematik olarak yıpratılmaya çalışıldığını söyleyen Başbuğ’a en büyük zararı, darbe planlarını savunan emekli paşalar veriyor. Ben uyarayım da gerisini siz bilirsiniz.
Hıncal Uluç’un çifte standartı
Hapis cezası almama yol açan Tuğrul Türkeş ile Güler Kömürcü arasındaki telefon konuşmalarını yayınladığımda, Hıncal Uluç, Adalet Bakanı’na gönderme yaparak, eleştirdi. Özel hayatı ilgilendiren bu konuşmanın neden Ergenekon iddianamesine konduğunu sorarak, savcılara tepki gösterdi.
Yazıda hakaret yoktu. O nedenle tepki göstermedim, hatta olumlu karşıladım. Aynı Hıncal Uluç, Serdar Turgut’un Rojin’e yönelik “Onu dağa kaldırıp seks kölesi yapacağım” sözlerini, mizah olarak değerlendirdi. Bırakın özel hayatın ihlalini, Anadolu’da herhangi birine söyleseniz, sizi testislerinizden tavana asarlar. Serdar Turgut ise tepkiler üzerine özür dilerken, Rojin’i mizahtan anlamayacak kadar zeki olmamakla suçladı.
Mevzu Ergenekon olunca “özel hayat”, kendinize gelince “mizah” deyip aradan sıyrılın. Milleti de aptal yerine koyun.