Davaların ergenekonu!
Bir zaman geldi ki, ergenekon hamasetinin ardında gizlenen devletin tefessühü gizlenemez oldu. Bu kavram altında ifade edilen faaliyetlerin boyutları, halk ve kurumlar üzerindeki olumsuz, hatta yıkıcı tesirleri su yüzüne çıkmaya başladı. Şimdi Silivri mahkemesinde asker-sivil üst kademe bürokratlar, ilim bürokrasisi mensupları (veya tüccarları) arz-ı endam ediyor. En çok itibarlıları tıbbî mazeretlerle duruşma salonuna gelmeden yargılanıyor.
Hiç şüphe yok ki, “Ergenekon dâvası” bir dönüm noktası...
Türkiye bu dâvanın sonucuna göre ya “olacak”, ya da “ölecek”!
Türkiye’de hamasetle sistemleştirilmiş itibar hiyerarşisinin, zümre istibdadının bugünleri göreceği düşünülemezdi bile. İttihatçı geleneğin darbeciliği, şiddeti kutsayan, hatta zaman zaman olağan, halkın da tasvib edeceği işleri darbe yöntemleriyle gerçekleştiren yapısı, Cumhuriyet’ten sonra da gücünü korudu. Enver-Talat-Cemal paşalar üçlüsünün zihniyeti Cumhuriyet’ten sonra tek adam ve kadrosu ile bir süre devam etti. Dünyanın zorlamasıyla demokratik hayata geçilince, “Atatürk kültü” dayanak yapılarak sistem devam ettirildi. Halk seçiyor, oligarşik zümreler bildiğini okuyordu. Bu ikili yapı, Türkiye’nin 20. Yüzyılı zor şartlarda geçirmesine yol açtı.
Demokratik sistemin oligarşik yapıyla birlikte sürdürülebilmesinin güçlüklerine rağmen, Sovyet sisteminin çökmesinden sonra bir dengeye varıldı. 1994 seçimlerinde Türkiye halkı ideolojiye karşı demokrasiyi seçtiğini kesin olarak ortaya koydu. Bu sonuç oligarşik darbeci kesimler tarafından da görüldü ve karşılığı 28 Şubat ile verildi.
28 Şubat, yolunu bulmuş olan treni rayından çıkarmaya teşebbüstü. Bir yol kazası oldu. Türkiye felakete sürüklendi. Neyse ki halk, bir seçim sonra bu zihniyeti sandığa gömdü.
Şimdi yargılanmakta olan Ergenekon, darbeye dönüşememiş olan 28 Şubatın uzantısıdır. Halk seçimle sözünü söylüyor, devletin ittihatçı geleneği sürdüren güçleri bu sözü tesirsiz bırakmaya çalışıyor. Bu tesirsizleştirme yöntemleri içinde neler yok ki?
Konu “gayri nizami harb” olarak algılanırsa, neler olmaz!
Gizli cephanelikler, bombalar, patlayıcılar, her türlü silah, “soba borusuna benzeyen” lav silahları...
Elbette bunlar olunca, bunları kullanarak dehşet uyandıracak, sistemi sarsacak eylemler ve bu eylemleri yapacak elemanlar da olacak.
Ergenekonun silahlı bürokrasi olmaksızın tam olarak anlaşılması mümkün değil. Silahlı bürokrasinin nâzım rolü oynaması da şaşırtıcı değil. Nâzım rolü oynayan bir merkez olunca, rol dağıtımı da olur elbette. Yargı bürokrasisinin bir kesiminin, silahlı bürokrasinin hemen yanında hiza tuttuğu tahmin edilebilir.
Türkiye’de siyasetin yargıya müdahalesi üzerine çok yazılıp çiziliyor. Çok laf uçuruluyor. Yargı-silahlı bürokrasi ilişkileri konusunda yazıp çizmek aynı şekilde kolay olmadığı için, fazla şey söylenemiyor. Söylenmese bile, herkes biliyor ki yargı üzerinde militer bürokrasinin büyük ağırlığı var.
Buna inanmak istemeyenler, “İrtica ile mücadele eylem planı”nda imzası bulunduğu Adli Tıpça tasdik edilen albayın şipşak tahliyesi ile ikna olmuşlardır sanırım.
Albay darbeden suçlanıyor, terörden suçlanıyor ve serbest bırakılıyor!
İşin bir tarafı bu, diğer tarafı ne peki?
Ergenekon mevzuunda yazıp çizen, gazeteciler, yazarlar binlerce mahkemeye muhatap ediliyor.
Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi Yavuz Arslan Jandarma bölgesinde gözaltına alınıyor. Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar Ergenekon iddianamesinde yer alan bir bilgiyi yayınladığı için 1 yıl 3 ay cezaya çarptırılıyor. İddianame kabul edildikten ve gizlilik ortadan kalktıktan sonra bütün internet sitelerinden kolayca ulaşılabilecek bilgileri kullanmış olmasına rağmen bu hüküm veriliyor. Şamil Tayyar’a verilen ceza, kuvvetli bir ihtar aslında: “Bir daha Ergenekon’u, çeteleri, derin şebekeleri yazma!”
Bu cezanın önemli bir mesajı da şu olmalıdır: “Ne yazdığın önemli değil. İstediğimiz zaman seni içeri atmaya muktediriz. Bizden kork!”
Bu Türkiye’ye mahsuslukları biraz olsun dengeleyen bir bilgi, İtalya’daki Gladio davasını yürüten savcıların muhatap oldukları muameleler. Gladyo savcılarından biri, soruşturma boyunca en büyük mukavemet ve engellemenin yargıdan geldiğini belirtmiş. Orada mukavemet ve engellemeler sonucu değiştirmemiş. Türkiye’de değiştirmesi için takvimleri en az 60 yıl geriye almak lâzım!
Türkiye bu dâvanın sonucuna göre ya “olacak”, ya da “ölecek”! demiştik. Türkiye’nin “olmak”tan başka çaresi yok!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.