Almanya 'Ergenekon'u ne zaman çökertilecek?
Almanya'nın Ludwigshafen kentinde 2 Şubat'ta meydana gelen yangınla ilgili ayrıntılar ortaya çıkmaya başladı. Beşi çocuk dokuz kişinin can verdiği trajik olayla ilgili elli uzman dört hafta çalıştı. Ama ulaşabildikleri tek bir sonuç var o da yangının bir kundaklama olduğu. Yangın, bodrumdaki merdivenlerin ikinci basamağında çıkmış, orada her hangi bir elektrik tesisatı yokmuş, müdahale sonucu çıktığı kesinmiş.. Hepsi bu kadar. Şüpheli ya da şüphelilerle ilgili araştırma sonuçlarına ilişkin merak ettiğimiz diğer konularda şimdilik hiçbir belirti yok.
Oysa yangından hemen sonra, olaya şahit olan iki kız çocuğunun birbirini teyid eden açıklamaları bundan çok daha ileri düzeydeydi: “Dışarıda bir adam vardı. Genç gibiydi. Saçı siyahtı. Değnek, kağıt ve çakmak vardı. Kuzenim kapıyı kapamaya çalışıyordu. Adam ayağını soktu. Kağıdı yakıp bebek arabasının yanına attı. Biz de korktuk yukarı gittik. Bedriye dedesine 'aşağı yanıyor' dedi. Dedesi yangını söndürmeye çalıştı başaramadı. Sonra itfaiyeciler geldi…”
İki ülkeyi de derinden yaralayan bir cinayetti bu. 1993'te beş kişinin hayatını kaybettiği Solingen saldırısından çok daha vahimdi. Türk ve Alman kamuoyu acıyı birlikte paylaştı.
Ancak, camdan atılan sekiz aylık bebeğin görüntüsü, Türkiye toplumunun hafızasından kolay kolay silinmeyecekti. Karnındaki beş aylık bebeğiyle yanan annenin, 2 ve 3 yaşlarındaki çocukların ve diğer kurbanların Gaziantep'e taşıdığı acıyı da unutamayacaktı…
“Yananlar Türkiyeli olsa da, asıl yananın Almanya'nın geleceği, Almanya'nın değerleri, Almanya'nın saygınlığı olduğu bilinmeli. Bu yüzden, hiç hoş olmasa da bu gerçekle yüzleşilmeli. Yüzleşmeden kaçtıkça daha büyük faciaların yaşanacağı kabul edilmeli” demiştim o günler. “Biz yanacaksak siz de yanarsınız” demiştim. Bu bir tehdit değildi, olamazdı da. Bu bir yakınmaydı. Bir an önce başlama eğilimi gösteren yeni şiddet dalgasının önlenmesi uyarısıydı.
Başladı da… Ludwigshafen'daki saldırının ardından Almanya'nın başka bölgelerinde de Türkler'in oturduğu binalarda yangınlar çıkmaya başladı. Hiçbir bilgim yok ama sürece bakılırsa hepsi kundaklamaydı. Avusturya'ya bile sıçradı. Dokuz kurbanın cenazesi sırasında Alman kamuoyunun gösterdiği hassasiyet başka alanlarda da olmalıydı. Güvenlik alanında olmalıydı, bu dışlayıcı, yargılayıcı, yok edici salgın engellenmeliydi.
Bu yönüyle çok ağır ilerleyen soruşturma sonuçları bizi tatmin etmedi. Bu şekliyle etmeyecek. Saldırıların faillerini bulmak bir yana, cinayet şebekesini besleyen bataklığın kurutulması için köklü adımların da atılması gerekiyor.
Acaba saldırılar münferit olaylar mıydı? Aşırı sağcı/ırkçı kesime mensup kişi veya küçük grupların kendi tasarrufları mıydı? Yoksa çok daha derinden, sistemin içinden güçlerin yönettiği, yönlendirdiği çeteler miydi? Sadece aşırı sağcı demek tanımlama için yetiyor mu? Bence yetmiyor. Bu soruları sormak, cevaplarını aramak öncelikle Alman yönetiminin görevi.
Malatya'daki saldırıyı hatırlayalım. Zirve Kitabevi'ne yönelik saldırıyı. Bir Alman misyonerin boğazlanmasını. Bu vahşi cinayet Avrupa'da nasıl algılandı? Tahammülsüzlük, höşgörüsüzlük, barbarlık, Türkiye'de ulusalcı çeteleşme olarak algılandı. Şimdi, Trabzon'daki cinayet, Malatya'daki cinayet, Dink suikasti ve benzer olayların birbirine bağlantısını sorguluyor Türkiye. Ve bugüne kadar hiç yapılamayan bir operasyonu yürütüyor. Ergenekon operasyonu genişledikçe yepyeni bağlantıları farkediyoruz.
Ludvigshafen'daki saldırı Malatya'daki cinayetten daha mı az barbarcaydı? Aynı değerlendirmelerin Almanya'daki saldırılar için de yapılması gerekiyor bence. Almanya'nın da bunları sorgulaması gerekiyor. Sadece aşırı sağcılar demek yetmiyor, örgütsel bağlantılarının çökertilmesi, sistem içindeki uzantılarının deşifre edilmesi gerekiyor. Türkiye'deki Ergenekon operasyonunun benzerinin orada da yapılması gerekiyor.
Tam da bu sırada, soru işaretleriyle yetinmeyip “spekülasyon” yapma arzusu depreşiyor insanın. Malatya'daki cinayetin intikamını almak isteyenler olabilir mi Almanya'da? Bir derin hesaplaşma mantığı olabilir mi? Hadi bunu geçelim. İnandırıcı bulmayalım.
Son yıllarda aşırı sağ eylemler, saldırılar önemli ölçüde azalmıştı. Azalmak bir yana, bu denli vahşi saldırılar olmuyordu. Bir anda nasıl oldu da bu süreç başladı?
Yangınların, kundaklamaların, can kayıplarının, ırkçı saldırıların tam da Türkiye'de Ergenekon operasyonu başladıktan hemen sonraya denk gelmesi, hiç beklenmedik anda ardı ardına gerçekleşmesi bir soru işareti olabilir mi? Aralarında sadece bir hafta/on gün var?
Neden kimse bu soruyu sormadı? Yıllardır suskun kalan Alman aşırı sağı, çeteleri, neden hiç beklenmedik bir anda, Ergenekon operasyonu başladıktan hemen sonra harekete geçti? Şüphe işte!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.