Bu kurtarıcılar bizden ne istiyor?
Söylemesi ayıptır, hafta tatilinde Muhsin Batur’un “Anılar ve Görüşler” kitabını yeniden kıraat ettim... “Dersim” bahsiyle ilgili demiş bulunduklarına bakmak için açmıştım, kaptırdım, sil baştan okudum.
İyi ki öyle yapmışım.
Muhsin Batur, en ünlü “havacı”larımızdan biriydi.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olunca, bedava “vesayet makamı” olan senatörlüğe seçildi.
Her şey oldu... Her işi yaptı... Gelebileceği bütün makamlara geldi.
Bir ara, CHP’nin desteği altında Cumhurbaşkanlığına soyundu.
Kaybetti.
Bu mukadderattandı... Bir asker olarak toplumun önüne çok çıkıyordu, müddeiydi, her an siyasetin ırzına tasallut edecekmiş gibi bir görüntü veriyordu, korkutucuydu, dolayısıyla “oh olsun”du...
Faruk Gürler’e ve benzerlerine olan, Muhsin Batur’a mı olmayacaktı? Hem de misliyle olmalıydı ve asker-siyaset meselesi artık bir “esasa” bağlanmalıydı.
Batur, belli ki, okuma yazmaya meraklı bir askermiş...
Bunu, anılarından, “edebiyat parçalama” çabasından, uçma tutkusundan, bence en önemli eseri sayılan oğlu Enis Batur’dan anlıyoruz.
Esasında fena bir kalemi de yokmuş... Üslup özelliği itibariyle, “benim” diyen birçok kalem erbabından, gazete köşelerini tutmuş birçok vatan evladından, hangi ihtiyaca cevap verdiğini kestiremediğimiz birçok hatun kişiden daha iyi, hatta daha başarılı bir yazar.
Elbette Exupery derinliği ve inceliği beklememek lazım ondan... Başka tür bir “derinliği” ele veriyor yazdıkları. Bize, üstü kapalı bir biçimde de olsa, devletin derinliklerinde olup bitenleri anlatıyor ve kendimize çeki düzen vermemizi sağlıyor.
Bu kitaptan neyi öğreniyoruz?
Şunu:
Kendilerine “sınır güvenliğini korumak görevi” verilmiş askerlerimiz, askerlikten başka her işle uğraşmışlar.
Bir “havacı” olan Batur da, neredeyse havacılık dışında her işle uğraşmış. Muvazzaf bir askerken bile, “ne alaka?” dedirtecek birçok işe bulaşmış. Belediye Başkanlığı yapmış, Valilik yapmış, sivil komisyonlara katılmış... Bu uğraşını az kalsın, Cumhurbaşkanlığıyla taçlandırıyormuş.
Kitabı okuyup bitirdiğinizde, adeta bir kâbustan uyanıyorsunuz.
Bir ülke düşünün ki, cuntalar kuruluyor, darbeler yapılıyor, muhtıralar veriliyor, seçilmiş yöneticilere tehdit ve gözdağı mesajları gönderiliyor, gizli toplantılar düzenleniyor, eylem planları hazırlanıyor, yasa dışı bildiriler yayınlanıyor, parlamentoya gözdağı veriliyor, gazeteci devşiriliyor, yargı organları baskı altına alınıyor, sıkıyönetim mahkemeleri kuruluyor, tanklar yürütülüyor...
Bitmiyor...
Peşi sıra gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler, idam sehpaları...
Bütün bunları, “sınırları korumakla” görevlendirilmiş askerlerimiz yapıyor.
Birkaç gün önce, Taraf gazetesinde, “bilmem ne denizaltısını ziyaret edecek çocukları havaya uçurmayı, gayrımüslimlerle insan hakları savunucularını öldürmeyi, kanlı bir kaos yaratıp hükümeti devirmeyi” amaçlayan malum cuntanın eylem planını okumuştum.
Batur’un anıları da “cilası” oldu.
Demek ki “halaskaran” oyunu sürüyor. Daha “çekeceklerimiz” varmış...
Fakat, bitsin.
Bu iş çığırından çıktı.
Bu iş kabak tadı vermeye başladı.
Biz Batur’ların, Çiçek’lerin, kanlı kaos eylemcilerinin, çocukları havaya uçuracak kadar gözünü karartmış “kurtarıcılar”ın ülkesinde yaşamak istemiyoruz.
Nefesimiz kesildi... Takatimiz kalmadı... Yorulduk...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.