Devrimler yanlıştır. Kemalist devrim de yanlıştı
Tek Parti döneminin Dersim gibi karanlık sayfalarını ne zaman açsak karşımıza klasik bir cevap çıkıyor: “Ne yapalım, kansız devrim olmaz!”
Bunu söyleyenler, “adamlar haklı yahu, kansız devrim mi olurmuş, bizde amma safız” dememizi bekliyorlar. Kemalist devrimin Sovyet ve Çin devrimleri gibi başka örneklere kıyasla çok daha kansız olduğunu da hatırlatıp, “bizimkisi yine en ılımlısıymış, öpüp başımıza koyalım” dememizi istiyorlar.
İyi de, ülkelerin ille de “devrim”lere ihtiyaç duyduğunu nereden biliyoruz ki?
Daha doğrusu, bu “devrimci felsefeyi” niçin kabul etmek zorundayız ki?
Ben kendi felsefemi size söyleyeyim: Her devrim yanlıştır. Bazıları çok korkunçtur, bazıları bizdeki gibi “ehven-i şer”dir, ama sonuçta hepsi kötüdür. Çünkü hepsinde, kendini toplumun geri kalanından daha akıllı gören bir kadro, silah ve kanun gücünü kullanarak, despot bir rejim kurar. Kendine muhalif gördüğü bazı insanları öldürür. Bazı toplumsal kesimleri ezer. Binlerce, bazen milyonlarca “ ana”yı ağlatır da ağlatır.
Bütün bu bedellerin karşılığı da, ya çok sınırlı bir “kazanım” ya da “sıfıra sıfır elde var sıfır”dır. Vaadedilen ütopya hiç bir zaman gerçekleşmez. Tabii devrimciler işin sorumluluğunu dış düşmanlara, emperyalistlere, kapitalistlere, gericilere, “devrimsel bilinci özümsemekte direnen cahil kitlelere” yıkarlar. “Biz nerde hata yaptık” diye sormak akıllarına hiç gelmez. Çünkü devrimciliğin ilk kuralı, devrimin doğruluğundan kuşku duymamaktır.
Burada kast ettiğim “devrim”in ne olduğunu da biraz açayım. İşgal edilmiş bir ülkenin bağımsızlık savaşından söz etmiyorum kuşkusuz. Bu tür mücadeleler, bizim Kurtuluş Savaşı’mız gibi, doğrudur, meşrudur, onurludur. Bir diktatörün zulmü altında inleyen bir halkın adalet ve özgürlük için ayaklanmasından da söz etmiyorum. Kast ettiğim devrim, ideolojik bir kadronun silah zoruyla iktidarı ele geçirmesi ve sonra da kendi siyasi programını topluma dayatmasıdır.
Tarihsel olarak bu farklı türdeki “devrim”ler bazen içiçe geçer. Mesela İran’da Şah’ın devrilmesi meşruydu, fakat sonra İslamcı kanat demokratik değil otoriter rejimi kurdu. Jakobenler Fransız Devrimi’nde aynı şeyi yapmaya çalıştılar, bunun için de korkunç bir “ terör” uyguladılar.
Bizde de Kurtuluş Savaşı’nın bir numaralı kahramanı olan (ve bu sebeple minnet duygularımızı hak eden) Mustafa Kemal Paşa, savaş sonrasında “devrim” yapmaya karar vermiş, siyasi rakiplerini tasviye etmiş ve sonradan “Kemalizm” olarak anılacak bir ideolojiyi topluma dayatmaya girişmiştir. Ve bu, çok yanlış bir iş olmuştur. Açtığı yaraları hala saramadık.
“Peki bu iş nasıl olabilirdi” diyenlere, Amerika’nın kuruluşunu örnek vereyim. Derdim “Amerikancılık” değil, ama örnek iyi. Onlar da bizim gibi İngiltere’ye karşı Kurtuluş Savaşı verdiler. Mustafa Kemal Paşa’nın ordaki muadili General George Washington’dı. Ama savaş bitince adam “Tek Parti rejimi” kurmadı. En “dinci” olanları dahil, hiç bir fikri yasaklamadı. “Sınırlı devlet, özgür toplum” ilkesine göre bir demokrasi kurdular. Geldikleri nokta ortada.
Bizim geldiğimiz nokta da ortada: Darbeler, andıçlar, işkenceler, askeri harekatlar, psikolojik harpler ve ağladıkça ağlayan analar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.