Çatlı yaşıyor mu?
Abdullah Çatlı, kimilerine göre gladyonun tetikçisi, kimilerine göre devlet için çalışan vatansever bir Ülkücü...
Farklı tanımlamalar olsa da tüm görüşlerin ortak noktası, Çatlı’nın “derin devlet” ilişkisidir. Bu konuda hiç kimsenin şüphesi yoktur.
Ölümünün üzerinden 13 yıl geçti. Kamuoyu onu birkaç kare fotoğraftan tanıyor. O nedenle, Ankara büromuzun başarılı polis muhabiri Zafer Kütük’ün ele geçirdiği Çatlı’nın kayıp yıllarına ışık tutan albümü önemlidir. Albüm, Çatlı’nın hiç de gizlenmediğini, rahat bir hayat sürdüğünü ortaya koyuyor.
Kardeşi Zeki Çatlı, dün büromuzdaydı, albümü Star’a değerlendirdi. Bazı fotoğraf karelerinin ailede bile olmadığını söyleyip ekledi: “Devletimiz iyi çalışmış.” Söylerken bile gülüyordu Zeki Bey: “Bu fotoğraf çok normal, öyle çok gizli bir hayatı yoktu.”
Peki ne oldu da devletimizin bu kadar koruyup kolladığı ve dokunulmaz kıldığı Abdullah Çatlı, bir anda ortadan kaldırıldı? Ya da basit bir kazaya kurban mı gitti?
Albümle başlayıp bu soruyla devam edince sohbet farklı bir boyut kazandı. Zeki Çatlı dedi ki: “Susurluk’un bir kaza olduğuna inanmıyorum.”
Başka bir soru: “Defnedilen gerçekten Abdullah Çatlı mıydı?”
Kardeşi, ilginç bir anekdotla karşılık verdi: “Fransa’da çok sıkışmıştı, bizi aradı. ‘Yarın burada bir tren kazası haberi duyar ve ölmüş birinin üzerinde kimliğim çıkarsa inanmayın ama rolünüzü iyi oynayın.”
Hemen araya girdim: “Yoksa şimdi rolünüzü mü oynuyorsunuz?”
Zeki Çatlı: “Cenazesini ben yıkadım. Kaşlarının üzerinde çok derin bir çökük vardı. Teşhis ettik. Ama buna inanmayan ve yaşadığını düşünen çok kimse var.”
Bu diyalog, ister istemez bizi Kurtlar Vadisi’nde Polat Alemdar’ın sahneye çıkışını anlatan görüntülere taşıdı. Zeki Bey, Polat Alemdar’ın kimlik değişikliğiyle boy göstermesinde, bu anekdotun ilham kaynağı olduğunu öne sürdü.
Kardeş Çatlı, Soner Yalçın’a anlattığı bu ve benzeri birçok anının Kurtlar Vadisi’nde isim vermeden işlendiğini ve kendilerinin buna çok kırıldığını söyledi.
Mesela?
Devam etti: “Polat Alemdar’ın söylediği ‘iki kişinin bildiği sır olmaz’ lafı,
ağabeyimin lafıdır. Soner’e ben anlattım. Bazı sırları paylaşması için ağabeyime baskı yaptığımda bunu söylemişti.”
Başka var mı?
Zeki Bey: “O meşhur ‘sonunu düşünen kahraman olamaz’ sözü de ağabeyimin Şeyh Şamil’e atfen aktardığı bir sözdür. Ağabeyim bir gün Şeyh Şamil’i rahmetle anarak ‘her şeyin sonunu düşünen kahraman olamaz’ dedi. Bunu yine Soner’e anlatmıştım, Çatlı’yı ve cümlenin başını keserek kullandılar.”
Bir başka örnek: “Ağabeyimin ‘canavara sormuşlar neden boynun kalın’ lafını ‘kurda sormuşlar neden boynun kalın’ şeklinde işlediler. Bunlar Abdullah Çatlı’nın sözleridir.”
Geldik en kritik sorulardan birine... Abdullah Çatlı’nın Ergenekon’la ilişkisi var mı? Yaşasaydı Ergenekon’un içinde olur muydu?
Şöyle dedi: “Asla Ergenekoncu değildir. Susurluk, Ergenekon’dan farklıdır. Çatlı APO’nun elini sıkanların
olduğu yerde olmazdı.”
İki süreçte de karşımıza çıkan Veli Küçük, İbrahim Şahin ve Sami Hoştan gibi ortak isimleri sıraladığımızda ise cevabı şöyle oldu: “Şahsi işbirliğidir. Onların varlığı, Ergenekon’la Susurluk’u yan yana getirmez.”
Sami Hoştan, Çatlı’ya ait olduğu iddia edilen boş bir çantayı mahkemeye sundu. Bunun anlamı var mı?
Zeki Çatlı: “Aynı renkte ve tipte çantayı istediğiniz yerden satın alabilirsiniz. Sami Hoştan, o tavrıyla Veli Küçük’ü korumaya çalıştı.”
Son soru: “Abdullah Çatlı ölmeden önce en son kiminle görüştü, biliyor musunuz?”
Cevap: “Muhsin başkanı (Yazıcıoğlu) ev telefonundan aramış. Evde yokmuş başkan. Gülefer hanım çıkmış, konuşmuş. Aradığında çok heyecanlı, telaşlı hali varmış. Görüşememişler. Bir süre sonra da kaza haberini duymuşlar.”
Albümden sızan hatıralar özetle böyle. Gerçek şu ki, bu pilav daha çok su kaldırır.
Yeni 367 faciası olur mu?
Emekli kuvvet komutanları Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına ve Özden Örnek’in Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara ifade verecek olması, kamuoyunda farklı yorumlara yol açtı. Tartışmanın sağlıklı bir zeminde yürütülebilmesi için 2. iddianamenin ilgili bölümlerini yeniden okumanın yararlı olacağı kanaatindeyim.
Savcılar, Sarıkız dosyasını, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven dosyalarından ayırdı. Ayırma gerekçesi, Sarıkız darbe senaryosunun sözkonusu komutanların görevde olduğu dönemde hazırlandığı iddiasıdır. Dolayısıyla yargılamanın askeri mahkemede yapılmasına kanaat getirdiler.
İddianameye göre; bu komutanlar sadece Sarıkız’dan suçlanmaktadır. Diğer darbe senaryoları, Şener Eruygur ve ekibine mal edilmektedir.
Ayrıca, Sarıkız’ın en önemli argümanı Özden Örnek günlükleridir. İlave olarak, Mustafa Balbay’a ait günlükler, paşanın günlükleriyle karşılaştırmalı olarak 2. iddianameye konmuştur. Daha sonra ifadesi alınan eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün günlüklerle örtüşen ifadeleri de sürecin önemli bir evresidir.
Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’da ele geçirilen bazı belgeler de darbe iddialarıyla ilgili önemli bir yer tutmaktadır.
Savcıların, Sarıkız’ı diğerlerinden ayırmalarının temel sebebi, Ergenekon yapılanması içinde görmemelerinden değil, komutanların görev dönemlerine ait olmasıdır.
Tabi, iddianamenin kabul edildiği 25 Mart 2009 tarihinde, askere sivil yargı yolunu açan yasal düzenleme henüz yapılmamıştı. Şimdi durum farklı, yargılama yolu açıldı.
Savcılar, sorgulardan sonra üç paşayı Ergenekon davasına dahil edeceklerdir. Çünkü, 2. iddianamede çok açık şekilde suçlanıyorlar. Aksi durumda, 2. iddianamenin çöpe atılması gerekir.
Buradaki sürpriz gelişme, Anayasa Mahkemesi’nin sivil yargılamayla ilgili kanunu iptal etmesi olabilir. O durumda kağıtlar yeniden karılır.
Duyuyoruz ki, Anayasa Mahkemesi abluka altına alınmış, kararın bir an önce verilmesi isteniyormuş.
Bakalım, yeni bir 367 faciası doğacak mı?