En beyefendi yazarın dediğine bakın hele!
Şimdi kalkıp, Cumhuriyetimizin herhangi bir kurumuna, herhangi bir kişisine, “Onursuzluk yapmayalım” diye laf soksam, adım gibi eminim ki, mahkemeye verilir, anında mahkûm edilirim.
Başıma geldi de oradan biliyorum.
Bir eski Adalet Bakanı müsteşarına (Seyfi Oktay yahut Mehmet Moğultay’ın müsteşarıydı), gazetelerin günlerce yazıp bitiremedikleri marifetlerini hatırlatıp, “Bu kadar şaibeyle o makamda oturamazsınız” demiştim de, anında mahkemeye verilmiş, şipşak bir yargılamadan sonra yüklü bir tazminat cezasına çarptırılmıştım.
Müsteşar şu an Yargıtay üyesi.
İsmini vermek istemiyorum.
Benden kazandığı parayı kemali afiyetle harcadığı için, bu yazıyı okuduktan sonra kendisini anında teşhis edecektir.
Mahkeme, “şaibe” sözcüğünde hakaret vehmetmişti.
Hakaret midir?
Bence değildir... Nerden baktığınıza yahut bu sözcüğü hangi konseptte kullandığınıza bağlıdır...
Hakaret kastıyla söylememiştim ama kaybettim.
İşin tuhaf tarafı şu: “Şaibe” sözcüğünde hakaret vehmeden Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri, “Utanmaza bak... Onursuz adam, alçak adam” saydırmalarını “eleştiri sınırları” içinde görüyor.
Nereden mi biliyorum?
Başıma geldi de, oradan biliyorum...
Geçmiş gün, Aydın Doğan’ın “eks” mevkutelerinden biri, sürmanşetten fotoğrafımı yayınlayıp, altına “Filanca gazetenin onursuz yazarı, utanmaz adam” gibilerden laflar döşenmiş, sonra da çalıştığım onursuz gazetenin güya şaibeli ilişkilerini (alçak adamlara istihdam sağladığını filan) faş etmişti.
Kimseyi mahkemeye vermiyorum.
Elimde kalemim var, bizzat halletmeyi tercih ediyorum.
Bu gazeteyi de mahkemeye vermedim. Bizzat hallettim ve sorumlularını insan içine çıkamaz hale getirdim
Fakat, güya şaibeli ilişkileri faş edilen ve “alçak adamlara istihdam sağlamakla” maruf onursuz gazetem, “kurumsal saygınlığına halel geldiği” gerekçesiyle dava açtı.
Sonuç ne oldu biliyor musunuz?
Kaybetti.
Farklı bir aidiyetten geliyorsanız, zenciyseniz, “öteki” sınıflandırmasının öznesi durumundaysanız, kaybediyorsunuz.
Başbakan Erdoğan da kaybediyor.
Diyeceksiniz ki, “Başbakan’dır, güç ve iktidar sahibidir, emrinde şu kadar polis, bu kadar asker vardır, bir sözüyle oldurabilmektedir,
şöyledir böyledir... Nasıl kaybeder?”
Bunun güç ve iktidar sahibi olmakla ilgisi yok.
Kaybediyor işte.
Kendisine olmadık hakaretler eden Tuncay Özkan’a kaybetmişti.
Dün de, Mehmet Türker’e kaybettiği haberi geldi...
Bunu, “Mahkemelerimiz etki altında kalmıyor, bağımsız karar alabiliyor, ne güzel” diye hayra yorabilirsiniz.
Ben de hayra yorma taraftarıyım.
Fakat ortada bir standartsızlık var.
Başbakan’ı ucuzlukla, onursuzlukla suçlayabilirsiniz, her türlü hakareti yağdırabilirsiniz. Ama şaibeli ilişkileri saptanmış (ve kayıtlara geçmiş) bir bürokrat hakkında “şaibeli” nitelemesini kullanamazsınız. Benim karşı çıktığım husus bu.
Mehmet Türker kim mi?
Mehmet Türker, uzun süre “amiral gemisi”nde çalışmış deneyimli bir gazeteci ağabeyimizdir. Nezihtir, terbiyelidir, İstanbul beyefendisidir.
Buna, bir zamanlar Gözcü gazetesinde köşe vermişlerdi, oradan şarlayıp duruyordu. Şimdi Sözcü’de yazıyor.
Başbakan’a “onursuz” diyen bu beyefendi, bu satırların yazarını da “İktidarın yalaka köpeği, kemik bulmuş gibi havlıyor” diye taltif etmişti.
Bu kadar “beyefendi” bir adamdır işte...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.