Bu Kemal Bey’in başka işi yok mu?
Hangi Kemal Bey? Kılıçdaroğu olanı mı, Anadol olanı mı?
İkisi de uyar...
İkisi de, vaktiyle, bir “entelektüel fikir kulübü” olarak ortaya çıkan, sonra siyasi partiye dönüşen YDH’ya sıcak bakıyordu.
İkisi de solcuydu, ikisi de demokrattı, ikisi de özgürlüklerden yanaydı...
İkisi de, söylemesi ayıptır, “adem-i merkeziyet ve teşebbüs-i şahsi” fikriyatını savunuyordu.
İkisi de etnik ve kültürel meselelerimize duyarlıydı.
Prens Sabahattin ve Hüseyin Avni Ulaş, ikisi için de “önemli bir anlam” ifade ediyordu.
İkisi de darbelere, muhtıralara, cunta yapılanmalarına karşıydı.
İkisi için de ordunun yeri “kışla”ydı ve “cami ile kışla arasına sıkıştırılmış” halk için yegâne kurtuluş demokratikleşmekten geçiyordu.
Benden duymuş olmayın ama, ikisi için de CHP sosyal demokrat bir parti değildi.
İkisi için de Baykal’la bu iş
olmazdı.
Ecevit’le de olmamıştı.
Karayalçın’la da olmazdı... Altan Abi’yle de olmazdı... Hikmet Abi’yle de olmazdı... Esasında, rejim bekçiliğine soyunmuş hiçbir kimseyle
olmazdı...
Kemal Bey’ler arasında en öne çıkanı, Kemal Anadol’du... Öyle şedit bir demokrasi taraftarıydı ki, yemedi içmedi bu taraftarlığı siyasi kulvarlara taşıdı ve İzmir kanadından YDH’ye kurucu üye yazıldı...
Mehmet Altan, Kemal Derviş, Cengiz Çandar, Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Cem Boyner ve Kemal Anadol...
Düşünebiliyor musunuz?
Kadroyu tahayyül edebiliyor
musunuz?
Kemal Anadol, bundan sonra bir araya gelmesi imkânsız “kadro”nun
en cevval, denilebilirse en ele avuca sığmaz elemanıydı. “Kürt meselesi” konusunda söylenenleri yeterli bulmuyordu. YDH’yı da aşan radikal bir tutum içindeydi ve bu “hususiyetini”, bir süre sonra kurucu genel başkan yardımcılığını üstlendiği sosyalist partiye taşıdı.
Kılıçdaroğlu’nun YDH’ya ilgisi, “gönül beraberliği” düzeyindeydi.
Daha doğrusu, bu beraberliği rasyonalize edecek fırsatı
yakalayamadı.
Hani, olsaydı iyi olurdu...
İki Kemal de şimdi solculuğu ve demokratlığı tartışmalı CHP
saflarında.
İkisi de, Baykal’ın yörüngesinde, kendilerinde olan “hassa”yı yitirdiler ve başka bir şeye dönüştüler.
İkisi de, parti disiplinine sıkı sıkıya bağlı...
Bu disiplin, “demokrasiye karşı kayıtsızlık ve disiplinsizlik” olarak tebarüz etse de sonuç değişmiyor. İki Kemal Bey de “durumlarından” çok memnun...
Bu yazıyı, Kılıçdaroğlu olanı için tasarlanmıştım... İki Kemal iç içe girince konudan koptum.
Diyecektim ki: “Kemal Kılıçdaroğlu suikast iddialarını ciddiye almıyor, kozmik oda olaylarına inanmıyor, psikolojik savaş belgelerini görmek istemiyor, Ergenekon yapılanmasına toz kondurmuyor... Bir de, iktidar partisini Genelkurmay Başkanlığı’nı dinlemek için karargâhın tam karşısına bina kondurmakla suçluyor... Türk sosyal demokrasisinin geldiği nokta burası mıdır, burası mı olmalıdır?”
Bunu diyemedim... Şunu diyerek konuyu kapatayım bari:
Eskiden, solcularımızın lügatinden “emek” ve “özgürlük” gibi sözcükler eksik olmazdı.
Şimdi “rejim bekçiliği”
yapıyorlar.
Üstelik, bu işi daha iyi yapabilecek Onur Öymen’ler dururken...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.