Olmadı İsmail Paşa, olmadı...
Buradaki ‘İsmail Paşa’, vaktiyle Sabah gazetesine yaptığı ‘İran ve çiçek’ açıklamasıyla, ‘28 Şubat süreci’ne ivme kazandıran, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı...
Hemen belirteyim; ‘İsmail Paşa’ nitelemesinde herhangi bir istihfaf yok; belki devrim yasalarını çiğnemiş oluyorum, men edilmiş bir sıfatı (‘Paşa’ sıfatını) kullanarak, ama, bunu kıymetli generallerimiz de sık sık yapıyor. Bu kadar ‘karşıdevrimcilik’ de olsun artık.
İsmail Paşa, ‘konuşmama’ kararına rağmen, Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin’e konuşmuş...
Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın 28 Şubat hakkında demiş bulunduklarına ‘aynen katıldığını’ söylüyor.
Mesut Yılmaz’ın ‘demiş bulunduklarını’ da okuduk.
Esasta pek bir şey demiyor Yılmaz...
Dedikleri, üç aşağı beş yukarı şöyle özetlenebilir: Asker Laiklik konusunda hassastır. Bizim hükümetimiz de bu konuda hassas davranmıştır. İrtica tehlikesi vardır. İrtica tehlikesiyle mücadele etmek sadece askerin görevi değildir. Asker bu işi sivil hükümetlere bırakmalıdır. 28 Şubat darbe değildir.
İsmail Paşa bu söylenenlere ekleyecek bir şey bulamıyor.
Ben ekleyeyim o zaman:
Birincisi...
İsmail Paşa, her ne kadar ‘28 Şubat darbe değildir’ dese de, çevik Bir ve Erol özkasnak paşaların tavrı tam tersini söylüyor.
Elbette tanklar yürütülmedi (hadi Sincan’daki işgüzarlığı ‘Harekat Dairesi’nin bir anlık heyecanına verelim), askerler yolları kesmedi, parlamento iskat edilmedi, ‘beklendiği üzere’ geniş tutuklamalar olmadı, ama, bir darbede yapılması gerekli her şey ‘başarıyla’ yerine getirildi:
İş, kebapçılara ve lahmacunculara kadar indirgendi... Andıç’lar hazırlandı, çürütme kampanyaları düzenlendi, dernek, vakıf ve partilerin kapısına kilit vuruldu, okullar kapatıldı, insanlar fişlendi, özel hayatlara girildi...
Daha ne olacaktı?
üstelik bunu darbenin tedvirine memur edilmiş Erol özkasnak Paşa da itiraf ediyor; ‘Evet, 28 Şubat postmodern bir darbedir’ diyor.
Postmodern de olsa, darbe darbedir.
İkincisi...
İsmail Paşa’nın ‘aynen katılıyorum’ dediği Mesut Yılmaz, MGK’dan çıkan kararları ‘aynen’ hayata geçirmiş olmasına rağmen, Cumhuriyet tarihinin en çok muhtıra yemiş, en çok hırpalanmış, en çok istiskale uğramış Başbakanıydı ve üstelik bunu İsmail Paşa’nın silah arkadaşları yapıyordu.
İsmail Paşa, 28 Şubat’ın darbe sayılamayacağını, askerin başa geçmemiş olmasıyla gerekçelendiriyor. Darbe değilmiş. Darbe olsaymış iktidar değişir, asker başa geçermiş; böyle bir şey olmamışmış...
öyle miymiş acaba?
Erbakan-çiller hükümeti kimler tarafından düşürülmüş?
Mesut Yılmaz’a yeni hükümeti kurma direktifini kim vermiş?
DYP’den istifa ettirilen milletvekilleri neyle korkutulmuş?
Daha öncesinde, olası bir ‘Erbakan hükümeti tehlikesi’ne karşı Bursa’da hangi siyasetçiye kimler ne dikte etmiş?
Hangi zarurete binaen Andıç’lar hazırlanmış?
Karargah etüdü olması gereken bu andıçlar niçin gazetelere servis edilmiş?
Siviller hakkında ‘karargah etüdü’ hazırlama görevini askere kim vermiş?
Cumhuriyet savcıları hangi odak tarafından ‘brifinglenip’ tütsülenmiş?
Ne yani, askerin başa geçip ‘görüntü’ vermemesi, 28 Şubat’ı darbe olmaktan çıkarıyor mu?
Bir de başa mı geçseymiş?
Bıraksın Yılmaz’a ‘aynen katılmayı’; İsmail Paşa’nın yukarıdaki sorulara bir cevabı var mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.