Cüneyt Arkın replikleri

Cüneyt Arkın replikleri

‘N’ben senin ödlek kelleni kancık bedeninden ayırmaya geldim!’

‘N’bıraak o kızı... O kızı bırak köpek soyu!’

‘N’beeen Seyyid Battal’ın oğlu Battal gaziyim!’

‘N’ben belayı sevmem... Amma beladan da kaçmam!’

‘N’hele davran Bizans kargası!’

‘N’atımı getirin bana!’

‘N’bu anam içinn... Bu babam için... N’buu halkım içinn!’

‘N’ben yıkılmamm... Aç kalırım... N’ölürüm ama n’asla yıkılmam!’

‘N’hepiniz it soyusunuz... İt soyları!’

‘N’onaltı yerinden daha deliceeem pis gövdeni!’

‘N’sonun geldi Bizans tilkisi Palemoon!’

Rutubetli sinema salonlarının eprimiş koltuklarına çakılıp, faltaşı gibi açılmış gözlerle nasıl da izlerdik ‘Cüneyt abi’ nin canlandırdığı ‘kahraman’ karakterlerini.

* * *
Aradan yıllar ve yıllar geçti.

O dönem hayran olduğumuz, sinemadan çıkar çıkmaz koşturup, marangoz Hilmi amcaya tahta kılıç yaptırarak, ‘Malkoçoğluculuk’ oynadığımız günler uçtu gitti.

Elbette o zamanların kahramanları da geçti gitti.

Şimdi, o günlerin hayran hayran dinlediğimiz repliklerine gülüyoruz.

Gençler ise yarılıyor.

Kahkaha atıyor.

Oysa kahraman aynı kahraman.

Replik aynı replik.

Kılıç aynı kılıç.

Kalkan aynı kalkan.

Düşman aynı düşman.

Peki be bilader, o zamanlar ağzı açık seyrettiğimiz ‘kahraman’lara bugün neden gülüyoruz?

Gençler neden yarılıyorlar?

Ne değişti ki, o devrin kahramanları bugün ‘gülünesi’ tipler oldu?

* * *
Teknoloji değiştiği için mi gülünüyor?

Eski filmlerin ilkel ‘speyşıl efekt’lerine mi gülünüyor?

Kılıçlar ‘tahtadan boyama kılıç’ diye mi gülünüyor?

Kalkanlar ‘plastik kalkan’ diye mi gülünüyor?

Niyçün, Türk filmlerinin kahramanları kırk yıl sonra ‘şebelek’ oluyor?

Ne değişti?

* * *

Mantalite değişti abilerim, ablalarım, değerli büyüklerim.

Artık o eski kahraman portresi komik geliyor insanlara.

Artık o zamanın ok işlemeyen, kılıç kesmeyen, on kurşun yese de ölmeyen, bir vuruşta bir orduyu dağıtan kahramanları komik geliyor

Artık öyle kahramanlara insan zihni inanmıyor.

Günümüz film kahramanlarına dikkat edin.

İnsani özellikleri, zaafiyetleri olan karakterler.

Günümüzde ‘kahraman’ önce insan olarak sunuluyor izleyenlere.

Acıkıyor, susuyor, uykusu geliyor, gülüyor, ağlıyor.

Kimi zaman hata yapıyor, kimi zaman beceremiyor, kimi zaman kaçıyor, kimi zaman da gözünü kırpmadan hedefine dalıyor.

İşte böyle yapıldığı zaman inandırıcı oluyor artık.

İşte böyle yapıldığı zaman seviliyor ‘kahramanlar’.

Eski kafalar maalesef çözemiyor vaziyeti.

Ve de aynı mantalitede ısrar ediyorlar.

Eski replikleri tekrarlayıp duruyorlar.

Eski sahneleri anlatmaya devam ediyorlar.

‘Kahraman’ların insani özelliklerini anlatmaktan nedense ödleri patlıyor.

Bilmiyorlar ki ‘kahraman’lara en büyük zararı kendileri veriyorlar.

Hem kendileri gülünç duruma düşüyor.

Hem de ‘kahraman’ı gülünesi yapıyorlar.

* * *

‘N’benn senin ödlek kelleni kancık kafandan ayırmaya geldim!’

‘N’atımı getirin bana!’

‘N’onaltı yerinden daha deliceeem pis gövdeni!’

‘N’hepiniz it soyusunuz, it soyları!’

Kahramanlarımızı sevdirmeyen, onları ‘gülünesi’ durumlara düşüren, genç nesli anlayamayan, eski, örümcek tutmuş mantalitede ısrar eden zihniyeti şiddetle kınıyorum.


Paraların üstündeki gadasını aldığım


Bilen bilir.

çocukluğum, gençliğim Kasımpaşa’da geçmiştir ama Kayserili’yim.

Kayseri’nin İncesu kazasında doğmuşum.

Bizim İncesu nedense fukara kalmıştır.

Kayseri geliştikçe gelişmiş, amma Kayseri’ye en yakın belde olan İncesu yerinde saymıştır.

Bir sürü tarihi değeri olmasına rağmen, pek kaale alınmamıştır.

Mesela İncesu, tarihinde ancak bir defa Cumhurbaşkanı görmüştür.

O da Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Ondan sonra İncesu’ya hiçbir Cumhurbaşkanı uğramamıştır.

Bakın, size Atatürk’ün İncesu’ya ilk geliş hikayesini anlatayım.

* * *

O günlerde bir telaş, bir heyacan.

‘Gazi paşa hazretleri İncesu’dan geçecek!’

Ahali tren istasyonunda toplanıyor.

Merak, heyecan ve hayranlıkla Atatürk’ün trenini bekliyorlar.

Uzaktan trenin sirenini duyuyorlar.

Davullar, zurnalar çalınıyor. Halaylar çekiliyor.

Talebeler tertemiz önlüklerini giymişler. Bağını bahçesini bırakan teyzeler, amcalar istasyona koşturmuşlar.

Neden sonra o eski buharlı tren istasyona geliyor ağır ağır.

Duruyor. ‘Fooşşşş’ diye buharını salıyor şimendifer.

Etrafa yayılan o bulut gibi buhar yavaş yavaş dağılıyor.

Vagonun kapısında Atatürk görünüyor.

Millet nefesini tutmuş.

Yavaşça iniyor vagonun merdivenlerinden. Kalabalığın arasında garip garip duran bir ninenin yanına yaklaşıyor.

(Bizim akrabalara sorarsanız, anneannemin annesidir o nine.)

Atatürk eğiliyor, o ninenin elini öpüyor. Soruyor;

‘Anaaa anaaa, beni tanıdın mı... Kimim ben?’

Nine başını kaldırıp şöyle bir Atatürk’ün yüzüne bakıyor, inceliyor.

Gülümseyerek şöyle diyor;

‘Paraların üstündeki gadasını aldığım deel misin sen?’

Hayatımda dinlediğim en tatlı hikayelerden biridir bu.

Kayserili’yi de bu kadar güzel anlatan başka bir hikaye olamaz.

‘Paraların üstündeki gadasını aldığım!’

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi