Diktatörlüğün içine ettin
Ertuğrul Özkök ve lejyonerlerin başlattığı, muhalefetin de balıklama atladığı Başbakan Erdoğan’a yönelik “sivil diktatör” iddialarına canı gönülden katılıyorum.
Başbakan Erdoğan’ın yargıya sitem ederken “içimiz kan ağlıyor” lafına da içerledim doğrusu. Niye ağlıyor ki? Bir diktatöre, hele sivil bir diktatöre gözyaşı dökmek yakışır mı?
Ne olmuş yani?
Efendim, şiir okumuş hapis yatmış. Parti kurmuş, genel başkan olmuş ama milletvekili adayı yapılmamış. İktidar olursa yıpranır diye düşünen güzide devletimizin elitleri ve siyasi uzantıları kapıyı aralayınca milletvekili, başbakan olmuş.
Halka verdiği sözü tutmak için 12 Eylül ürünü anayasayı değiştirmek istemiş, “yeni anayasayı sadece darbeciler yapar” denerek engellenmiş.
Üniversitelerdeki başörtü zulmünü sona erdirmek için anayasa değişikliğine yeltenmiş, “one minute” denmiş.
Bir de bakmış partisi hakkında kapatma davası açılmış. Zar zor partisini kurtarmış ama “irticanın odağı” lafzından kurtulamamış.
Demiş ki, “sivil cumhurbaşkanı” uygulaması sürsün, Abdullah Gül Çankaya’ya çıksın. “Hoop” sesleriyle uyanmış. Anayasa Mahkemesi imdada yetişmiş, 367 kararıyla karşısına set çekmiş.
Üç beş çocuğun tiyatro sahnesindeki başörtülü görüntülerinden sorumlu tutulmuş, “Alsa sana 27 Nisan Bildirisi” denmiş.
“Çetelerle mücadele edeyim” demiş, Ergenekon avukatları “Ne yapıyorsun kardeşim” diyerek ince bir ayar çek
miş.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bu dönemde yasalara özel önem vermiş, 17 yasadan birini veto etmiş.
Komutanlarımız Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven eşliğinde alternatif oluşturmuşlar, bertaraf etmiş.
Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırmış, hakkında en çok küfür ve hakaret edilen başbakan olmuş, yargı, “özgürlük” demiş, gıkını çıkaramamış.
Bundan Ertuğrul Özkök ve lejyonerleri dışındaki özgürlükçü basın da nasibini almış. Haklarında 4 bin civarında soruşturma ve dava açılmış.
“Bari katsayısı meselesine el atayım” diye yola çıkmış, Danıştay, “Nereye hemşerim” diye resti çekmiş.
Medya patronunun vergi kaçakçılığına dokunmak istemiş, şamarın sesi Amerika ve Almanya’da yankılanmış.
Sivilin de diktatörü bu kadar oluyor tabi, ne yaparsın. Tayyip Bey’e onun için kızgınım, kırgınım, sitemkarım.
Diktatörlüğün de içine etti.
Nerde o bizim eski askeri diktatörler?
Düdük çalacak, parlamento kapanacak.
Düdük çalacak, terör bir gecede susacak.
Düdük çalacak, yeni anayasa şak diye hazırlanacak.
Düdük çalacak, halkımızın yüzde 95’i “haklısın paşam” diyecek.
Düdük çalacak, medya patronları karını katlayacak.
Düdük çalacak, yazarlarımız borazana sarılacak.
Düdük çalacak, yargıçlarımız, savcılarımız karargaha koşacak.
Düdük çalacak, partiler kapa
tılacak.
Düdük çalacak, işkenceler hortlayacak.
Düdük çalacak, davalar patlayacak.
Vesselam, diktatörlüğün de bir raconu var. Hakkını teslim etmek gerekir. Bir elinde düdük, bir elinde sopa...
Ya bizim siviller?
Gördünüz işte, yukarıda anlattım. Bir şey olmaz bunlardan. Baldırı çıplaklara güvenip yamyamları unutuyorlar. Yeşil haksız mı? Sırtını halka dayayıp sadece milli iradeyle yola devam edersen adama kustururlar.
Baksanıza, sivilin diktatörü bile sürekli sopa yiyor.
Onun için Ertuğrul ağabeyime ve lejyonerlerine saygıda kusur etmem. Yamyamları y-e-m-l-e-y-e-c-e-k-s-i-n...
Ne yapacaksın? Y-e-m-l-e-y-e-c-e-k-s-i-n...
Yoksa, “diktatör” deyip gaza getirirler. Sakın ha... Rahmetli Adnan Menderes ve Turgut Özal’a da aynısını yaptılar, en iyi sen bilirsin.
Aynı zamanda “kod”udur bu. “Beni de yap senin gibi yoksa seni de yaparım benim gibi” misali...
Baktı olmadı, kodu mu oturtacak paşa ararlar. Düdük çalar, sopa vatandaşın sırtında kırılır, onlar arada yemini bulur.
Ama gel gör ki, diktatörlüğün içine ettin, pir ettin, aslında iyi de ettin. Düdük de artık ötmez oldu. Ne yapalım, Ertuğrul ağabeyim de lejyonerleri de artık hatırayla avunsunlar.
Bak, ne güzel şarkılar var; Mazim kalbimde bir yaradır, bahtım saçlarımdan karadır, beni zaman zaman ağlatan, işte bu hazin hatıradır.