Tevhîde Kütük kızıma...
Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, azze ve celle, mubârek Kur’ân’da Mü’min ve de Mü’mine Müslümanları “dûn”larında olanların, onlara karşı sergiledikleri tavırların içyüzü/özünde yatan hâlet-i rûhiye konusunda çok çarpıcı açıklamalarda bulunur. “Dûn” kelimesi, malûm, iki temel mânâya gelir: 1. Alçak, soysuz, aşağılık 2. Konum itibâriyle aşağıda olmak kaydıyla gayrı, diğer, dışında kalan. Bu bağlamda, mubârek Kur’ân’a göre, bilumum Gayr-i Müslîmler -ki bunlara Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, mubârek Kur’ân’da bildirdiği bilumum ölçü/değer/kural/emir ve yasaklara tam bir teslîmiyet içinde uymamak konusunda şuurlu ve ısrarlı/inatçı bir tavır sergileyenler de dahildir/dahil edilse yeridir!- Mü’min ve de Mü’mine Müslümanlara göre “dûn” konumundadırlar. Bu elbette ki hepsinin ille de “alçak”, “soysuz”, “aşağılık” kişiler olmalarını gerektirmez ama hiç kuşku yok ki aralarında böyleleri vardır ve sayıları azımsanmayacak kadar çoktur! Ne var ki Bâtıl Batı mukallidi/nüfus kâğıdı Müslümanı tatlısu entellektüellerimiz bunu bir türlü içlerine sindiremezler – tıpkı Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, mubârek Kur’ân’da bildirdiği belli hükümleri/kuralları bir türlü içlerine sindiremedikleri gibi! Bir başka deyişle, bu şaşkın, kendini ve de dînini bilmez, câhiliye cühelâsı tâifeye göre mubârek Kur’ân ve dolayısıyla Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, azze ve celle, -hâşâ ve kellâ!- “aydınlanma çağının kazanımlarının gerisinde kalmıştır”(!), “Uluslararası İnsan Hakları Bildirgesi”ne ters düştüğü gibi(!), “demokrasi”ye(!), “laiklik”e(!) hatta “Kopenhag Kriterleri”ne bile aykırıdır(!): “Hukuk en yüce değerdir. Dinler dahi hukuka uymuyorlarsa yok olurlar. Allah’ın emirleri evrensel hukuka uygun değilse, insanoğlu yine Allah’ın verdiği akılla bir yolunu bulup, o emirleri uygulamaz. Uygulayamaz.” (Bekir Coşkun-Hürriyet/02.10.2003); “Bir noktayı açık seçik vurgulamanın zamanıdır: 1923 Cumhuriyet devrimiyle kadınımıza verilen haklar Kuran’daki emirlere ters düşmektedir...” (İlhan Selçuk - “Aile Hukukumuz Kuran Ahkâmın Zıttır!...”/Cumhuriyet/04.12.2003); “Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923 Devrimi’yle benimsenen Medeni Kanun, Ceza Hukuku vb. Kuran-ı Kerim’in ahkâmına kimi yerde ters düşmektedir. Bu gerçeği dile getirebilecek yürekte ve akılda hiç kimse yok mudur?” (İlhan Selçuk - “Kuran-ı Kerim’i Öğrenelim...”/Cumhuriyet/06.12.2003). Dikkat! Sayın bay İlhan Selçuk bugünlerde de “Kur’ân’ı iyice okuyup anlayın”, hatta “içselleştirin” derken, “Müslümanım” diyen herkesi, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, orada bildirdiği bilumum ölçü/değer/kural/emir ve yasaklara, şeksiz-şübhesiz ve de pazarlıksız, tam bir teslîmiyet içinde riâyet etmeye davet etmiyor elbette! Tam tersine, “Okuyun Kur’ân’ı da görün” diyor, “onun ne kadar -hâşâ ve kellâ- gerici/ilkel/çağdışı/miâdı çoktan dolmuş bir kitap olduğunu!” tıpkı hempâları/gürûh ve de fikirdaşları olan İlhan Arsel ve Turan Dursun gibi! “Hazreti Muhammed’in ümmeti ise tarihin bu vaktinde bile inancını aşıp aklını kullanmak düzeyine erişemediğinden zavallı mı zavallı...” (İlhan Selçuk – Cumhuriyet/28.11.2003) türünden bir tesbitte bulunabilen bir zihniyetten, başka ne beklenebilir ki? Neyse! İşte bu “dûn” tâife, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, mubârek Âl-i İmrân Sûresinin 118 ilâ 120. âyet-i kerîmelerinde bildirdiğine göre, biz Mü’min ve de Mü’mine Müslümanları yoldan çıkarmak/saptırmak için ellerinden gelen hiçbir çabayı esirgemez ve bizi sıkıntıda görmekten hoşlanır: Bismillâhirrahmânirrahîm... Şiddetli öfke ağızlarından taşmaktadır; kalplerinde sakladıkları ise daha da kötüdür. Biz [bununla ilgili] âyetleri sizin için [işte böylesine] açık ve anlaşılır kıldık ki aklınızı kullanasınız! Siz onları sev[meye haz]ırsınız, ama onlar, bütün vahiylere inansanız bile sizi sevmeyecekler. Ve sizinle karşılaştıklarında, "Biz [sizin inandığınız gibi] inanıyoruz!" derler: ama kendi başlarına kalınca size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizle kahrolun/ölün! Gerçek şu ki, Allah kalblerde olan herşeyin mutlak bilgisine sahiptir!" Eğer bir iyilikle karşılaşırsanız bu onları üzer; ve başınıza bir kötülük gelince de memnun olurlar. Ama eğer [zorluklara karşı] sabreder ve Allah’a karşı sorumluluklarınızın bilincinde olursanız, onların hileleri size hiçbir zarar veremez. Zira Allah, onların tüm yaptıklarını [Kudretiyle] kuşatır. İşte ey benim sevgili, akıllı, temiz/hâlis îmânlı, îmânının-ihlâsının yüzüne vurmuş güzelliğini-aydınlığını gencecik yaşta maruz bırakıldığı fir’avnî/tâğûtî zulmün bile perdeleyemediği, izzetli kızım Tevhîde Kütük, başına gelenleri okudukça bunları düşündü/hissetti, senin ve senin gibi daha nicelerinin dîn kardeşi olmakla iftihâr eden/şeref duyan bu fakîr amcan! Sakın sabrı elden bırakma ve takvanı daha da güçlendir ki o mel’ûnların hiçbir hilesi sana zarar veremesin! Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın, azze ve celle, vaadi haktır! Yeter ki biz her dem ve her yerde/her konuda müteyakkız olup müteyakkız kalmayı elden bırakmayalım!