‘Türkiye’nin Suriye’yi işgali!’
Suriye ve Bulgaristan gibi tampon ve çekim gücüne açık ülkelerin uzun süre kendi başlarına kalmaları mümkün değildir. Bu, tecrübeyle sabittir. Bu bağlamda, bağımsızlık sonrasında Suriye üç çekim gücü arasında sıkışmış ve gidip gelmiştir. Bunlardan ilki, Mısır ile birlik dönemi ve Birleşik Arap Cumhuriyeti denemesi ve macerasıdır. 1958 yılında başlayan bu macera, birliğe karşı darbe girişimiyle birlikte 28 Mart 1961 tarihinde sona ermiştir. Böylece Suriye ile Mısır arasında birlik deneyimi, modern tarihte diğer gönüllü birlikteliklerden olan Bangladeş ve Pakistan birliği gibi çökmüş ve geride keder ve hayal kırıklığı bırakmıştır. Unutmadan söyleyelim ki, Suriye ile Mısır arasında ayrışmanın temel nedenleri iki ülke kurumları arasındaki farklı ruh yapısı ve ayrılığa açık yaklaşımlardır. İki ülke arasında fiziki ve coğrafi birlikteliğin olmaması da Bangladeş-Pakistan beraberliğinde olduğu gibi dağılmayı kolaylaştırmıştır. Bir de dış konjonktür ve bloklar arası çekişme de Suriye’nin Mısır’dan ayrışmasını kolaylaştırmıştır. Daha doğrusu, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi ülkelerin, Nasır’la çekişmelerinden dolayı Suriye’deki ayrılıkçılık damarını kışkırtmaları da sonucu kolaylaştırmıştır. Evet, Şam, Kahire’ye, Bağdat Paktı tehdidi ve özellikle de Türkiye’nin Suriye’yi işgal edeceği varsayımı ve korkusuyla yanaşmıştır. Bunu anlatanlardan birisi de Ahmet Mansur’un hazırlayıp sunduğu el Cezire’de yayınlanan Şahidun ale’l asr/Asrın tanığı programında konuşan, 28 Mart 1961’de birliğe karşı darbenin mimarı Abdulkerim en Nahlavi’nin anlattıklarıdır. Türkiye, özellikle de 1956 Üçlü Saldırıdan sonra Suriye ile sürtüşme halindedir ve komünist nüfuzunu bölgeye taşıdığından ve yaydığından dolayı veya bu bahane ile baskı yapar ve Bağdat Paktı’na üye olmasını ister.
¥
ABD de aynı düşünmektedir ve Eisehhower’in boşluğu doldurma doktrini de Suriye’deki idareyi komünist olarak tanımlamakta ve bu idarenin gidip yerine Ürdün tarzı bir idarenin; en azından ABD’ye karşı olmayan bir idarenin gelmesini tasarlamakta veya hayal etmektedir. Suriye bu baskılar karşısında bir elden ‘Türkiye’nin Suriye’yi işgaline karşı’ halkı seferber ederken ve kitleler halinde silahlı eğitime tabi tutarken diğer taraftan da Şükrü Kuvvetli Nasır ile birlik projeleri içine girer ve iki taraf 1958 tarihinde Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurmaya muvaffak olur. Lakin bu üstten inme eğreti bir birliktir. Başkan Nasır ve Yardımcısı da Şükrü Kuvvetli olmuştur. Suriye’deki infiradcı ve i’tizalcı eğilim ile Mısır’daki baskın eğilim sonunda çatışır. Mısır’ın baskın rolü bazı Suriyelileri bıktırır ve özellikle de Mısır’da Nasır’ın Müslüman Kardeşler’e yönelik baskıcı önlemleri, bu hareketin Suriye ordusu içindeki sempatizanlarını kızdırır ve küstürür. Bunlardan birisi Abdulkerim Hakim ile gayet dostane münasebetler kuran ve güven telkin ve tesis eden Abdulkerim En nahlavi’dir. Onun ve 37 arkadaşının (1960 yılında 37 kişilik Milli Birlik Komitesi’ni hatırlatıyor, acaba bundan mülhem olabilir mi?) darbe planlarını ele geçiren Nasır yanlısı Arap Kavmiyetçileri Hareketi darbeci listesine ulaşır ve listeyi ve isimleri dönemin İçişleri Bakanı Abdulhamid Sarrac’a takdim eder. O da Mısırlı üstlerini durumdan haberdar eder. Lakin Abdulhakim Amir adamına kol kanat gerer ve kesinlikle Nahlavi’nin ve arkadaşlarının darbe taraftarı olduklarına ihtimal vermez ve dolayısıyla bu tedbirsizlik, Mısır’ın gafil avlanmasına neden olur.
¥
Sonunda, Mısır’ın tedbirsizliği, birliğe karşı darbenin gerçekleşmesine neden olur ve Bağdat Paktı’ndan korkarak Mısır’a sığınan Şam böylece Mısır’dan kopar. Ardından tek başlarına kalan darbeciler pabucun pahalı olduğunu ve ülke yönetmenin çok da kolay olmadığını görürler. Zaten kendi aralarında da insicam yoktur. Tekrar Mısır’a giderler ve Nasır’ın kapısını çalarlar ve kendilerini bağışlamasını ve yeni bir inkilap eşliğinde Mısır’a dönmek istediklerini duyururlar ve müsaade etmesini isterler. Nasır ise dersini almıştır ve birlikten ağzı yanmıştır, tekrar eski statüye avdet etmek istemez ve Şamlı misafirlerine şöyle hitap eder: “Darbeyle giden düzen, darbeyle geri gelmez...” Suriyeli darbecilerin korktukları başlarına gelir ve bir yıl sonra 1962 yılında karşı darbe gecikmez ve bu darbeler ordu içinde ideolojileri binek olarak kullanan azınlıkların yükselmesine zemin hazırlar. Mustafa Tlass gibi oportünist sunni subaylar da azınlıkların yükselişini kolaylaştırırlar. Lakin Suriye yine tek başına yapamaz ve Mısır’dan sonra bu defa da Esad döneminde İran’la yakınlaşma içine girer. Bu, Saddam’a karşı ittifak şeklinde devam eder. Lakin bu birliktelik de eskisi gibi birtakım ayrık otlarıyla maluldur. İki ülkenin tabanı içtimai ve dini açıdan birbirine yabancıdır. Üst yapıda da ideolojik bir birlikten söz edilemez. Bir de buna fiziki uzaklığı eklediğinizde bu yakınlığın pek de sağlıklı ve zamana dayanıklı olmadığı görülecektir. Bir de Şam özellikle Beşşar döneminde tek yanlı bağımlılıktan ziyade kaybolan çeşitliliği yeniden sağlamaya önem vermektedir. Türkiye açılımı bunun bir sonucudur. İster stratejik isterse taktik düzeyde olsun Şam rejimi Mısır ile resmi, İran ile gayri resmi beraberliğini denedi. Başta Türkiye’den kaçmak için Mısır’a sığındı, olmadı. Galiba sonunda Suriye yine Türkiye’ye dönecek ve Mercidabık rejimini birlikte yeniden kuracaklar. Zira tarihin gösterdiği gibi Suriye, yaslanacağı abi mesabesinde devletler olmadan yaşayamaz. Bu önce Mısır, sonra İran oldu, geride Türkiye kaldı. Galiba sırada denenmemiş Türkiye var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.