Valla ben de çok güldüm...
Kaptan, daha doğrusu kendisini ‘amiral gemisinin kaptanı’ olarak pazarlayan arkadaş, Sinan çetin’in gönderdiği altı buçuk dakikalık filme çok gülmüş. (Yazısının başlığı, ‘çok güldüm ama...’)
Filmde, ‘Halkın müzik zevkini zorla değiştirmeye çalışanlar komik duruma düşerler’ tezi işleniyormuş.
Kaptan, filmi de özetliyor.
Gerçekten de öyle...
Halkın müzik zevkini zorla değiştirmeye çalışanlar, sadece komik duruma düşmüyorlar, muhtemelen etkisi on yıllarca sürecek bir ‘dumur’a da uğruyorlar.
Düşünebiliyor musunuz?
Kendisinden, elindeki sazı bırakması istenen köylü, karşısında Jandarmayı görünce Mozart’ın (içinde ‘doğu’ya ait tınılar da bulunan) Mozart’ın 40. Senfoni’sini çalmaya başlıyor, sonra muhterem Süleyman Demirel’i de yerinden hoplatan Beethoven’in Dokuzuncu Senfoni’sine geçiyor.
Komik mi?
Komik belki ama, aynı zamanda basit.
Daha sofistike bir ‘öykü’ bulabilir miydi Sinan çetin?
Düşünseydi bulurdu.
Gelgelelim Kaptan, güldüğü, çok çok güldüğü, gülmekten neredeyse yerlerde debelendiği filmin içindeki mesajdan hiç hoşlanmamış.
Muhtemelen bir ‘Cumhuriyet düşmanı’ olan Sinan çetin, (her zaman olduğu gibi sinematografik dehasını ortaya koysa da) küçük bir ‘GAG’ uğruna, ‘Koskoca Cumhuriyet projesi’ni bir kalemde harcamış.
Kaptan’ı okuyunca, beni de bir merak sardı.
Neymiş müzik alanındaki ‘Koskoca Cumhuriyet projesi?’
Konservatuarların alaturka bölümünün kapatılması...
Klasik Türk Müziği’nin yasaklanması...
Şehir hoparlörlerinden Klasik Batı Müziği yayınlanması...
Gariban köy çocuklarına mandolinle Mozart ve ‘menuetto’ çaldırılması, Fransız ‘musette’ havalarının dayatılması mı?
Bu mudur?
Devletimizin seçkinleri, düne kadar, tek sesli müziği ‘yoz’, basit, tahammül ötesi bulurdu. çağdaşlaşmanın mikyası çok sesli batı müziği dinlemekti onlara göre.
çağdaş Türkiye, bu ‘ses’i özümsemiş ve içselleştirmiş, hayata geçirmiş Türkiye’ydi, estekti köstekti...
Müzikte çok sesliliği savunanlar, sıra ‘toplumdaki çok sesliliğe’ gelince kıvırıp Cumhuriyet’in ‘tektipleştirici çağdaşlaşma modeli’ni benimseyiveriyorlar ya, orası ayrı...
Neyse, Kaptan, Sinan çetin’in kısacık ‘GAG’ına çok gülmüş.
Ben de kendisine gülüyorum.
Mesela, ‘Son zamanlarda Türkiye’nin dört bir yanında belediyelerle ilgili çok ağır rüşvet iddiaları kulağımıza gelmeye başladı. Dikkatler bir de iki bakanlık üzerinde yoğunlaşmış durumda. önümüzdeki dönem çok sayıda yolsuzluk dosyası açılırsa kimse şaşırmasın’ diyor.
Komik, değil mi?
Hayır, ‘Bakanlıklarda ve belediyelerde yolsuzluk yapılmıyor’ demiyorum.
Beni güldüren, Kaptan’ın zamanlaması ve ‘aba altında sopa gösterme’ gayreti oldu.
Sanki şunu demek istiyor: ‘Ey Başbakan... Bilmem neredeki arazilerimizin imara açılması ve vergi borçlarımızın ötelenmesi dahil, istediklerimizi vermezseniz, biz de dedikodu ve duyum olarak kulağımıza gelen bazı yolsuzluk dosyalarını açarız.’
Dedikodular, yolsuzluk ve rüşvetin işaret fişeğiymiş... önce o işaretler gelirmiş, sonra ortaya somut deliller düşmeye başlarmış. Şu günlerde işaret fişekleri, düğünlerdeki havai fişekleri bile geçmiş durumdaymış ve gerisini hep birlikte seyredecekmişiz...
Görüyorsunuz değil mi?
Biricik görevi ‘haber vermek’ olan bağımsız gazetecinin, patronunun çıkarları söz konusu olunca işi nasıl tehdide döktüğünü görüyorsunuz, değil mi?
Kürşat Bumin, ‘Ben bu medyaya şerefli diyemem’ demişti de, etmediklerini bırakmamışlardı adamcağıza.
Ne yapalım, biz de gülüyoruz işte...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.