Peygamberlik tartışmasının gerisi
Türkiye, özellikle de 17 Aralık (2009) tarihinden itibaren müzmin bir gerginlik içine girdi. Çıkmak istedikçe sanki gerginlik bataklığı hepimizi içine çekiyor. Esasında, son peygamberlik tartışması tam da bunu ortaya koyuyor. Zira, aslında mesele bir bardak suda fırtına çıkarmaktan ibaret. Lakin herkes bu gerilim değirmenine su taşıdı. Ağır stres, katma değerini üretiyor. Bir yılı geçkin bir süre önce AKP'li İsmail Hakkı Eser bir benzetmede bulunuyor ve Başbakan Erdoğan bağlamında rehberliğine atıfta bulunmak için 'Biz başbakanımızın aşığıyız, başbakanımız bizim için adeta ikinci peygamber gibidir' diyor. Benzetmede mübalağa olsa da, aslında burada insaf dairesinde konuşacak olursak; Erdoğan'ın peygamberlik yerine konması gibi bir durum mevzubahis değil. Sadece maksadı aşan ve kaba bir benzetmedir denebilir. Zira, benzeyen ile benzetilen arasında birebir bir ilişki yok ve 'adeta' dediğinden dolayı tasavvur da edilemez. Lakin konuşmacı kraldan fazla kralcı olduğundan ve benzetmede mübalağa ettiğinden 'dana altında buzağı arayan' muhalefetin eline koz vermiştir. Maalesef muhalefet de bu açığı kazanıma çevirmek istemiştir. Olayın üzerinden bir yıl geçmiştir. Dolayısıyla mesele yeni ve taze değildir. Hal böyle iken, muhalefet gündemde tutuyor ve sanki peygamberlik benzetmesi değil de yakıştırması, partililer tarafından benimseniyormuş gibi kailinin yani söyleyenin bugüne kadar neden cezalandırılmadığı sorgulanıyor. Dolayısıyla, eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un meseleyi Meclis'e taşıması kışkırtma etkisi yapmıştır. Yeni bir polemik başlatmış ve gereksiz yeni bir gerilim dalgalanmasına neden olmuştur. Lakin maksadı aşmak bununla kalmamış ve Bülent Arınç birleşik oturumu yönetmesindeki kendince gördüğü kusurlar nedeniyle Bayan Mumcu'nun odasına gitmiş ve bir başka parti yetkilisiyle birlikte onunla tartışma içine girmiştir. Elbette bu spontane olmuş lakin CHP, Başbakanın, Meclis Başkanı Şahin'e yönelik 'susturacak mısın, yoksa susturayım mı? şeklindeki eski müdahalesini de hatırlatarak ve nazara alarak bunu, yürütmenin yasamaya yeni bir müdahalesi olarak takdim etmiş ve yansıtmıştır. Velhasıl, tepki şekli meseleyi yatıştıracağına daha da alevlendirmiştir. Akabinde de, kutuplaşan basın da meseleyi yakınlık duyduğu tarafa göre aksettirmiş ve dolayısıyla bunun sonucu Meclis'te lüzumsuz bir arbede yaşanmıştır.
Atışmanın bir boyutu da, Emine Erdoğan'ın başörtüsüyle GATA'ya alınmaması bağlamında yaşanmıştır. Elbette başörtüsünün bir yasak olarak varlığını devam ettirmesi kabul edilemez. Lakin Başbakan da bunu şahsi ve kişisel düzeyde gündeme getirmemeliydi. Ve meseleyi şahsi bir hazımsızlık nedeni olarak değil, başörtülülerin mağduriyeti ve bir hakkın ihlali olarak takdim etmeliydi. İşte AKP de bu yüzden kaybediyor. 'Kendisine demokrat' şeklinde yakıştırmalara muhatap oluyor. Ferdi çözüm bir imtiyazdır ve kimsenin imtiyaz isteme hakkı yoktur. Dolayısıyla Başbakan başörtüsünü gündeme getirecekse özel bir mesele olarak değil umumun sıkıntısı olarak gündeme getirmeliydi. Halbuki, bir çelişki olarak Mehmet Ali Şahin daha önce bu meselenin umumun bir meselesi olmadığını beyan etmiştir. Darbeler meselesinde de tutum bunu çağrıştırmaktadır. Bugüne kadar darbe yapanların değil de darbe şüphelileri üzerine gidilmiştir. Hükümetin kendini koruma endişeleri meşru olmakla birlikte; seçmece tavır sergileme durumuna düşmesi de umumi vicdan tarafından tasvibe mazhar olamaz. Başbakanın gerilim istemediğine biz de inanıyoruz lakin gerilimler de birbirini kovalıyor.
Bu bağlamda, Meclis'teki peygamberlik tartışması gerilimi bizi, tarihte yaşanan başka bir olaya ve gerilime taşıdı. Bu da Daru'l' Fünun'un açılmasından sonra Hoca Tahsin Efendi tarafından bir konferans vermeye davet edilen Cemaleddin Afgani'nin Zekeriya Razi'nin izinden giderek ve ondan mülhem olarak peygamberliği meslekler ve sanatlarla mukayese etmesi ve benzetmesi olmuştur. Afgani, 1870'te İstanbul'da göründü. Burada verdiği 'peygamberlik sanattır' konulu konferansta peygamberliğin insan yeteneğine ve becerisine dayandığını öne sürdü. Buna göre, sanki peygamberlik vehbi değil de kesbi bir meseledir ve buna ehil olanlar pekala peygamber olabilirler. Bu durumda, peygamberlik kapısının, ehliyeti ve müktesebatı olana açık olması gibi bir tasavvur doğar. Dönemin Şeyhülislam'ı Hasan Fehmi bu konuşmaya tepki gösterir lakin Cemaleddin Afgani'nin taraftarları da meselenin yanlış aksettirildiğini savunurlar ve bunda ısrar ederler. Lakin kimi tarihi rivayetlere göre, bu hadiseden dolayı Daru'l Fünün'un açılması ile yeniden kapanması bir olmuştur. Bir başka ve yeni peygamberlik tartışması da, İranlı düşünür Abdulkerim Suruş'un gözden düşmesine neden olmuştur. Bir Hollanda radyosuna yapmış olduğu değerlendirmede neredeyse filozoflarla peygamberleri eşit ve kardeş ilan etmiş bu da İran'da büyük yankı uyandırmış ve gözden düşmesine neden olmuştur. Evet, gerilim düşürülmelidir ama nasıl? Bu tek yanlı olabilecek bir şey değil. Üstelik, bütün taraflar da bilerek veya bilmeyerek yatıştırma yerine tırmandırmada rol oynuyorlar. Çözüm yapıcı davranmakta mümkün lakin bütün taraflar geri adım atarak yapıcı davranmaya hazır olabilecekler mi? İlginç, gerilim sürekli olarak yer değiştiriyor. Önce Habur'da başladı sonra Tokat'a intikal etti ve asker-sivil çekişmesine dönüştü. Ardından da peygamberlik tartışmasıyla birlikte Meclise yansıdı. Allah akıbetimizi hayreyleye...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.