Kim bu dangoz?
Tüm ilgili kurumların raporları ve belgenin orijinalini inceleyen Genelkurmay Askeri Savcılığı, irtica ile mücadele eylem planındaki ıslak imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğunu kabul etti.
Düne kadar tek karşı cephe, burasıydı, o da sonunda “tamam” deyince ıslak imza tartışması burada noktalandı.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un 26 Haziran 2009 günü “kağıt parçası” olarak tanımladığı belge, “delil” oldu.
Başbuğ’un sözleriyle gaza gelip ertesi gün “kağıt parçası” korosu oluşturanlar ise iyot gibi açığa düştü. Bu gazcı kardeşlerin bir ikisini hatırlatalım da memlekete hizmet olsun.
27 Haziran 2009 tarihli köşesinde Başbuğ’un açıklamasına gönderme yapıp eylem planıyla Türkiye’nin komik duruma düştüğünü öne süren Aşık, şöyle yazdı: “Bu sahte planı ‘geçersiz bir fotokopi’ olduğunu bile bile kim sızdırdı? Amacı neydi?”
Sorusuna kendi cevap veren Aşık, bu planla, TSK’nın yıpratılmak, Gülen cemaati ile AKP’nin aynı mağdur kategorisine konmak ve TSK ile AKP arasındaki ilişkilerin bozulmak istendiğini iddia etti.
Hürriyet’in Başyazarı Oktay Ekşi ise aynı gün “Meşru müdafaa” başlığını attığı köşesinde, planı, TSK’ya karşı yürütülen “asimetrik psikolojik harekat” olarak yorumladı. Başbuğ’un tepkilerine hak veren Ekşi, yazısını şöyle tamamladı: “...dünkü tam bir meşru müdafaa haliydi ve gerekliydi.”
Gerçi, Ekşi, bir ihbar mektubuyla ıslak imzalı belgenin Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılara gönderildiği haberinden sonra 2009 yılı Ekim sonunda “Topun tüfeğin yenemediği tek güç vardır. Ona gerçek denir” diyerek durumu düzeltti. Ancak kimi yazarlar şanlı direnişlerini sürdürdüler.
Mesela, Mehmet Tezkan, “Yandaş medya tufaya mı geldi?” diye sorup şöyle yazdı: “Meçhul askerin amacı sulandırmaksa tongaya geldiler.” Melih Aşık, “Islak imza makinaları var” di
yerek Albay Dursun Çiçek’in yüreğine su serpmeye devam etti.
Aynı şekilde gafların efendisi...
Yılmaz Özdil, 27 Haziran 2009 tarihli köşesine şöyle başladı: “Doğruları konuşmak için en az iki kişi gerekir, biri doğru söyleyen, biri doğru anlayan demiş Victor Hugo. Çünkü yalanları dinlemek de yalan söylemenin bir çeşididir aslında. Güzel laf di mi? Ama size kötü haberim var. Victor’un böyle bir lafı yok! Kıçımdan uydurdum.”
Burası doğru. Biz gazeteciler bunun farkındaydık da maalesef kimileri inanmayı tercih ettiler. Hele CHP Lideri Deniz Baykal bayılır ona. Konuşmalarında sıkça atıfta bulunur. Ne yapalım, herkesin zevki ayrı.
Özdil, yazısının devamında uydurmaya devam etti: “Akıllarında ihanet. Vicdanlarında nefret taşıyorlar. Ceplerinde sarı basın kartı... ‘Demokratım, özgürlükçüyüm, aydınım’ ayaklarıyla, gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar. Süsleyerek... Haysiyet cellatlığı yapıyorlar. ‘Papağan efekti’ yaratıyorlar. Okuyan, inanıyor. İnanmakla kalmıyor, başkalarına anlatıyor.”
Bitmedi, dahası var: “Bu sinsi tuzağı, ne Genelkurmay bozabilir, ne MİT, ne de herhangi bir siyasi iktidar. Siz bozabilirsiniz. Vatandaş. İnanmayın kardeşim. ‘Kim bu dangoz?’ diye sorun... ‘Belge’ dedikleri kağıt parçası çıktı. Bunları da kağıt mendil gibi buruşturun. Atın hayatınızdan. Netice itibariyle... Ne demiş Albert Camus? Ajan basın, bunu da yazın!”
Tamam, yazmaya devam edelim. Allah’tan sana uyup o kağıt parçasını hayatımızdan çıkarıp atmadık, inanmaya devam ettik. Kağıt parçası dediğin “belge” çıktı. Şimdi biz de vatandaşa senin sorunu yöneltelim mi: “Kim bu dangoz?”
Ayrıca hakkını teslim etmeliyim. Victor Hugo uydurmaların daha gerçeğe yakın...