Diyanetin itibarı!
“Kutlu Doğum Haftası” devam ediyor. “Kur’an Yılı” faaliyetleri sene boyunca sürecek. 28 Şubat dayatması merkezî ezan ve vaaz uygulamasından vaz geçiliyor... Diyanet İşleri Başkanı düğmeye basıldığında laikçi fetvalar üreten bir konumda olmayı kabullenmeyen bir şahsiyet olarak kayıtlara geçiyor.
Diyanet bu haliyle 28 Şubat kıskacını bir hayli aralamışa benziyor. 2003’te başkanlığa getirilen Ali Bardakoğlu, muhtemelen en uzun süre görev yapan başkanlardan. Elbette, Bardakoğlu’nun ilk reis Rifat Börekçi’nin rekorunu kırması kolay değil. Hazret 1924’den vefat tarihi olan 1941’e kadar (17 sene) başkanlık yapmış.
“Bu kadar aktif bir dönemde Diyanet İşleri Başkanı ile çok sayıda görüşme, konuşma yapılmalıydı” diye düşünüyoruz. Neyse ki, Star’da Fadime Özkan’ın Başkan’la yaptığı bir konuşma yer aldı (5 Nisan). Ne tesadüf, Rifat Börekçi’nin başkanlık görevinin yıldönümü günlerine rastlıyordu bu görüşme. Bu tarihten 86 yıl sonra aynı makamı işgal eden Bardakoğlu, kurumu hakkında konuşuyor.
Başkan bulunduğu konumun hassasiyetine rağmen, bazılarına katılmasak da önemli şeyler söylüyor. Önümüzdeki yıllarda Diyanetin daha sivil, bağımsız karakterinin öne çıkacağına inandığını belirtiyor. “Bu AB süreciyle de dünyanın gidişatıyla da alâkalı bir durumdur” diyor. Bundan kimsenin rahatsız olmaması gerektiğini ifade ediyor.
“Diyanet dini din olarak algılayan, nerede duracağını bilen, siyasete karışmayan ama dini de doğru şekilde algılamayı önemseyen bir kurum... Biz din devlet işlerinin ayrı olmasını önemli bir imkân olarak görüyoruz ama siyasete, yasama yürütme yargıya karışmadığımız kadar bize karışılmasını da doğru bulmuyoruz. Laiklik tek taraflı kesen bir bıçak olamaz. Şu eleştiriyi de yapalım. Bazıları elbette zaman zaman Diyanet İşleri Başkanlığını devletin değişik mekanizmalarının dini kontrol altında tutmanın bir aracı olarak görmüş, kullanılmış olabilir.”
Başkanın, din alanını mevcut verilerle tanımlama konusunda oldukça hassas davrandığı anlaşılıyor. Şunu da söylüyor ki, çok önemli: “Din Diyanet’ten bağımsızdır. Din, din adamlarının tekelinde değildir.”
Şu sözdeki ilk cümlesine katılmasak da, ekseriya doğru çerçeveler kurduğunu söyleyebiliriz: “İslâm, insanların hangi rejimle yönetildiğiyle değil, dinin o insani, ahlâki değer ve hedeflerinin ne kadar gerçekleştirildiğiyle ilgilenir. Adaleti, dünya nimet ve külfetlerinin doğru paylaşımını sağlayabiliyor, insana insan olarak değer verebiliyor, istişareyi, katılımı, ötekini adam yerine koymayı başarabiliyor musunuz? Esas olan odur.”
Dini ferdileştirme yaklaşımını aynı çerçevede sürdürüyor başkan: “Din yasaklayabilir devlet serbest bırakabilir. Müslüman’a düşen o günahtan uzak durmaktır. Ne zaman çatışma olur, dinin haram kıldığını kanunlar yapmaya zorlarsa. Böyle de bir şey yok zaten. Demek ki Müslümanın bireysel sorumluğu var. İçki, milli piyango, serbest ilişkiler konusunda dinin günah ve haram çizgisi apaçıktır. Biz bunu söyleriz. Bu yasaların da verdiği bir görevdir bize. Burada bir bilgi kirliliği yoktur.”
Altını çizdiğimiz bölüm elbette sıkıntılı. Kanunların, kanunları dayanak yapan kurum ve kişilerin haramları işleme konusundaki tavırları, baskıları başkanın da malumu olmamış olamaz, diyoruz.
Başkanın Diyanet’in konumunun yükseltilmesi için Atatürk’e sarılmasını ise anlamakta zorlanıyoruz. Başkan 86. yıl toplantısında Diyanet’in en başta Genelkurmay gibi siyaset üstü ve yüksek itibarlı bir kurum olarak tasarlandığını ancak bu ilk dönem uygulamalarının daha sonra korunamadığını ve kurumun giderek sıradanlaştırıldığını söylemiş.
Neden böyle konuştuğunu ropörtajda şöyle açıklıyor: “Realiteyi görmezsek olayları kavramamış oluruz. Realite şudur: Diyanet’in bugün en güçsüz olduğu yer Ankara’dır. Sıradan bir bürokratik kurumdur. Hatta Diyanet İşleri Başkanı 657’ye tâbi bir memurdur. Kuruluştan, Gazi Atatürk’ten sonra Diyanet İşleri Başkanlarını basitleştirmeyi, kurumu sıradan kurum yapmayı laikliğin gereği zannetmişler maalesef.”
Gazi Paşa, Cumhuriyet’ten sonra halkın “Kuzu Paşa” dediği Fevzi Paşa’yı askeriyenin, yine her türlü talimata uyma konusunda Kuzu Paşa’dan geri kalmayan Rifat Efendiyi de Diyanet’in başına geçirmişti. Paşa’nın Rifat Hoca üzerinde otoritesi o kadar güçlü idi ki, Başkanın savunduğu laiklik anlayışını anlamsız bırakan noktalara kadar gidiyordu.
Başkan belki de halefi olduğu Börekçi’nin 1930 yılında Gazi Paşa’nın emriyle Diyanet riyaseti üzerinde kalmak üzere, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Ankara il başkanlığına getirildiğini de bilmiyordur!
Bu mu itibar? Eğer mesele statü meselesi ise, Rifat Efendi’nin bir partinin Ankara il başkanı değil, daha yüksek bir yöneticisi olması gerekirdi! Meselenin bu tarafı önemli değil, 1930’da laik Cumhuriyet Halk Partisi’nin zerre kadar laiklikle ilgisi olmadığını belgeleyen bir uygulamadır bu. Paşa Milli Mücadele döneminde olduğu gibi gerektiğinde dini ve din adamlarını dama taşı gibi kullanabileceğini bir daha göstermiştir...
(Başkana not: Bu hususla ilgili belgeler Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu isimli kitabımızda yer almaktadır.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.