'Kılıç dini'
İslâm dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) tarafından tertip edilen Uluslararası İslâmofobya Konferansı bir ihtiyacı yerine getirdi ve savdı. William Baker gibi kimi katılımcılar böyle bir toplantının tertip edilmesinin gerekliliğinden bahsettiler ve organizatörleri kutlamaktan kendilerini alamadılar. Kimi okurlarım da elektronik iletiler ve mesajlar vasıtasıyla bu konuya daha fazla eğilmemi istediler.
İslâmofobya aslında peşin fikrin ve taassubun egemenliğinin bir neticesidir. Bu ancak hakikat kılıcıyla bertaraf edilebilir. Bundan dolayı bunun aşılabilmesi için Batılı hak âşıklarına ve hakşinaslara ihtiyaç olduğu gibi şarkta da doğru İslâmiyeti ortaya koyacak çalışmalara ihtiyaç var.
Gerek Bediüzzaman, gerekse Reşid Rıza gibi kimi isimler doğru İslâmiyetin üzerinde durmuşlardır. İslâmın yanlış anlaşılmasının önündeki perdeler izale edilmelidir. Elbette bu tek yönlü temenni veya çabalarla olmaz. Karşı taraf da bunu anlama gayretinde olmalıdır. Ama ilk adımı atmak da yine bizim sahamıza düşer. İTO Başkanı Murat Yalçıntaş konuklara verdiği akşam yemeğinde de İslâmofobya yanlışının iki çatalına da işaret etti. Bizim uygulamada, yansıtmada ve tanıtmada bazı kusurlarımız var. Buna mukabil, garpta ise Karen Armstrong’un isabetle belirttiği gibi Batı’nın derin ve mutaassıl (kökleşmiş ve cezri) bir İslâmofobik algısı var. Armstrong İslâm hakkında peşin ve basmakalıp fikirlerin Haçlı Savaşlarından kalma olduğunu ifade etmiştir. Karen Armstrong: “11 Eylül saldırıları ise ‘İslâm kılıç dinidir’ şeklindeki geleneksel algıyı, basmakalıp düşünce ve peşin fikri yaygınlaştırmış, güncelleştirmiş ve pekiştirmiştir...” diyor.
Maalesef bu zaviyeden bakıldığında, Bush’un hemen akabinde Haçlı Seferleri ifadesini kullanması dil sürçmesi değilse şuuraltı boşalması olsa gerektir. Aynı çizginin İngiliz mümessili olan Thatcher da Soğuk Savaş’ın hemen akabinde düşman rengin tabiatının değiştiğini; kızıldan yeşile büründüğünü söylemişti.
***
Haçlı Savaşlarından beri devam eden İslâmofobya aslında tarihte form ve şekil değiştirerek günümüze kadar gelmiştir. 11 Eylül ise bir dönüm noktası olmuştur. İslâm bir taraftan tarihî tortuların hedefi olurken diğer taraftan da dine tümden karşı çıkan Batılı aşırı laik çevrelerin saldırısına maruz kalmaktadır. Bir de İslâmofobya siyasî olarak Siyonizmin manipülasyonu altındadır. Ülkemizde ve dışarıda başörtüsü yasağının sebeplerinden birisi sözkonusu tarafları biraraya getiren İslâm aleyhtarı menhus koalisyondur. Ortaçağ’da dinî açıdan zıt ve öteki kabul edilen İslâm bu yöndeki düşmanlıkların odağı olurken aydınlanma döneminde de dinsiz felsefecilerin ve bu zehirli fikirlerin ürettiği ideolojilerin başhedefi haline gelmiştir.
ISNA Yürütme Müdürü Louay M. Safi de ABD’de Müslümanları marjinalleştirmek ve köşeye itmek için İslamofobya’nın stratejik bir silâh olarak kullanıldığını dile getirmiştir. Dostumuz Muhammed Aruçi de İslâmofobya’nın bazı istihbarat merkezlerinin fikir üretme kuluçkalarında üretme suni ve yapay bir akım olduğunu söyledi. İslâmi terör veya İslâm fundamentalizmi gibi kavramları üretenler bu kavramları kullanarak İslâmofobik bir atmosfer ve ortam hazırlayarak; güya Batı hayat tarzını ve değerlerini korumuş oluyorlar.
Bernard Lewis gibilerinin niyetindeki gibi, amaç Müslümanları Batı toplumlarından yalıtmak ve tecrit etmektir. Etkilerini silmek ve kırmaktır. Tarih boyunca Türk fobisi de İslâm fobisinin bir alt basamağı olagelmiştir. Bu meyanda, Bernard Lewis’in gösterdiği hedefte ilerleyen Sarkozy Türkiye’ye katılım çelmesi attı. Bundan böyle müzakereler katılım zemininde yürütülmeyecek. Görüşmeler bir tarihle sınırlı olmayacağı yani ucu açık olacağı gibi ‘katılım’ veya ‘üyelik’ gibi bir tanım veya sıfata da haiz olmayacak. Boşlukta deveran edecek. Bunu en iyi yorumlayan aslında İHH’nın konuğu olan Kara Panter Dhoruba Bin-Vahid oldu. Sarkozy gibilerin geçmişini ve geleceğini okudu.
Türkiye’yi hapsetmek ve Batı dışında tutmak da İslâmofobyanın yansımaları arasındadır. Ve çok ilginçtir; İslâmofobya Konferansında bir Cezayirli şunları söyledi: “Sarkozy, Cezayir ziyareti sırasında ‘geçmişi unutalım ve bir sünger çekelim’ mesajı verdi. Ama özür de dilemedi. Bunun üzerine Konstantine Üniversitesi öğrencileri ‘Siz Türkiye’yi unutmuyorsunuz, (Ermeni tehciri ve mukatelesi) ama bizim sizin soykırımınızı unutmamızı istiyorsunuz’ diye pankartlar taşıdılar...”
***
Sarkozy gerçekten de borcunu unutuyor, ama olmayan alacağının peşine düşmekten de vazgeçmiyor. Ar damarları çatlamış. Louay M. Safi ayrıca Neoconların, Müslümanların artmasını gelecekleri için tehdit olarak gördüklerini aktardı. Holbrooke gibilerin terennüm ettikleri ‘Ilımlı İslâm’ markasıyla ilgili de şunları söylüyor: “Bu İslâmı vurmak için içeriden düşünülmüş bir araç ve malzemeden ibarettir...” Bunun amaçlarından birisi İslâm’ı içinden çatlatmaktır. Müslümanları birbirine düşürmektir. Huntington’ın Medeniyetler çatışması tezi, 11 Eylül sonrasında Kissinger gibilerin dilinde medeniyet içi çatışmaya dönüştü ve bunun içini doldurmak için de İslâm dünyasını kamplara ayırıyorlar. Ilımlı İslâm da bu amaca matuf olarak kullanılan veya düşünülen araçlardan birisi. Holbrooke’un sözleriyle Cheryl Benard’ın, ‘Civil Democratic Islâm: Partners ...’ çalışmasındaki tavsiyeleri arasında ne fark var? Birbirlerini tamamlıyorlar. Holbrooke’un dedikleri Benard’ınkilerin somutlaştırılmış halidir. İbrahim Kalın da Batı merkezcilik anlayışı çerçevesinde bilhassa bazı Avrupa ülkelerinde görülen Müslümanların kimliklerinin ve yaşadıkları ülkeye bağlılıklarının sorgulanmasının İslâmofobik bir yaklaşım ve davranış olduğunu söyledi ve bunun ayrımcılık olduğunun altını çizdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.