Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Tarihi zemine geri döndük

Tarihi zemine geri döndük

Muhafazakar basın, tarihin geri dönüşü karşısında pek şaşkın ve çağa şahitlik eder gibi bir hali yok aksine ezberi bozulmuş gibi sessiz ve ebkem. Hiç tepki vermiyor? Neden? Bunun derin nedenleri olmalı. Bu nedenlere geçmeden önce tarihin dönüşünü analiz etmeliyiz. Bilindiği gibi, 2004 ve 2005 yılında Kıbrıs'ta önemli gelişmeler oldu ve Annan Planı Adalı tarafların beğenisine sunuldu. Özal'ın Kuveyt meselesinde söylediği gibi bir koyup üç alacaktık. Lakin tam tersi oldu ve üç koyup adeta bir aldık. Yani elde var zarar ziyan. Batılılar bize Kıbrıs'tan önce Balkan Savaşları öncesinde de teminatlar ve güvenceler vermişlerdi. Demişlerdi ki, 'savaşı kim kazanırsa kazansın veya kaybederse kaybetsin toprak kazancı veya kaybı olmayacaktır ve statü korunacaktır.'

Zira hesaplarını Türkiye'nin kazanması üzerine kurmuşlardı. Osmanlı kaybedince sözlerinde durma ihtiyacı duymadılar. Onlar nezdinde ötekine verilen söz zaten suya yazılan yazı gibidir. Taahhütler ancak medeni ülkeler arasında geçerlidir. Nim medeni(yarı insan) veya insan olmayanlara verilen sözler, yok hükmündedir ve lağidir yani boştur. Onlar bize Balkan Savaşları sırasındaki gibi davrandılar biz de onlara İttihatçıların refleksiyle inandık. Sonra ne oldu? Taahhüt edilen teşvikler hiç yerine getirilmedi. Aksine hem Annan Planı'nı kabul ettiğimiz halde ve hem de AB'nin hatası sonucu tek yanlı olarak Rumlar AB'ye alınırken Türkiye'den Rum bandıralı gemilere limanları açması isteniyor.


Çifte kavrulmuş haksızlık ancak böyle olur ve bunu ancak Batılar becerebilir. Buna rağmen ve bin bir allayıp pullamaya rağmen Ada'da yani Kıbrıs'ta tarihe geri dönüldü. Palavralar üzerine kurulu olan siyasi kurgu çöktü ve serap ortaya çıktı. Bunun sonucunda beş yıldır Türk kesimini idare eden Mehmet Ali Talat bütün uğraşlara rağmen kurtarılamadı ve belki de kariyeri, tarihin bumerang gibi geri dönüşünün altında kaldı. Evet, Derviş Eroğlu ile birlikte Türk kesimi tarihe geri döndü. Rumlar ise tarih tünelinden zaten hiç çıkmamışlardı. Onlar tarihte biz ise tarih dışında serabistanda yaşıyorduk. Serabistan gerçeklerle karşı karşıya gelince tarih geriye dönmüş oldu. Sonuçta, Kıbrıs'ta da tarihin sonu tezleri tutmamış gerçekler ancak çok kısa bir süre örtülebilmiş ve gizlenebilmiştir.

Acaba hükümet Kıbrıs'ta yaşanılanların muhasebesini yaparak bir ders çıkardı mı? Ne gezer? Onun derse değil oya ihtiyacı var. Aksine açılımlar Türkiye'nin manevra alanını daraltmış ve hızını kesmiştir. Zira açılımlar üzerinden karşı cephelerde yüksek beklentiler uyandırılmış ve bu beklentiler gerçekleşmeyince de beklentiler yerini öfkeye bırakmıştır. Peki, hükümet hiç açılım yapmasa mıydı? Zira birileri açılımlar üzerinden kayıplarımızı dile getirince böyle soruyor. Açılımların iki temel hatası var. Bunlardan birisi açılım zaruri bile olsa önemli olan zaman (konjonktür) zemin ve şartların durumu ve uygunluğudur. Bazen savaşı kazansanız bile siyasi sonuçları itibarıyla kaybedersiniz. Bundan dolayı mağlupların zaferinden bahsedilmiş ve galiptir bu yolda mağlup denilmiştir. İkincisi, Kürt açılımı denilen şey tamamen bir siyasi partinin çıkarlarıyla alakalı olmuştur. Bölgede kaybettiği tabanını yeniden kazanmak için heyula gibi bir paket ortaya atmış ve tepkileri aldıktan sonra kararını vermeye hazırlanırken paket veya açılım elinde patlamıştır. Ermeni meselesi de tam tamına böyle olmuştur. Açılımlarla kaybettiğini anayasa kavgası ve gerilimi üzerinden toparlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla burada siyasi mülahazalar ve siyasi rant belirleyici olmuş ve bundan dolayı da dört dörtlük bir proje çıkartılamamış ve günü kurtarma hesaplarına binaen yapılan açılım alanları gerilim alanlarına dönüşmüş ve tarih bu alanlarda yeniden hortlamıştır.

KKTC'deki seçimlerle tarihi bir parantez haline gelen Mehmet Ali Talat giderken Ermenistan cephesinde de ilginç gelişmeler yaşanmakta ve Ermeniler posta koyarcasına tek yanlı olarak protokolleri durdurmakta ve Taşnakların ve Hınçakların içimizdeki uzantıları da Taksim'de onların davaları adına hançerelerini yırtmaktadır. Böylece Türkiye'nin direnci ve zemini zayıflatılmıştır. Ve bir de ASALA'nın tarihle birlikte geri döndüğü ortaya çıkmış üstelik Türkiye'nin bölünmesinin kaçınılmazlığına kendince vurguda bulunmuştur. Nasıl oldu da biz bu kadar savrulduk ve 'dün dündür bugün bugündür' diyebilecek bir noktaya geldik? Kimyamızı kim bozdu veya neler değiştirdi? Bunun sırrı 28 Şubat sürecinde gizli. Bütün bu projelerimiz o süreçte hançerlendi, kaçırıldı ve içi boşaltıldı. Elimizden alındı. Önce 28 Şubat mimarları elimizdekinin bir parçasını aldı. Değerlerimizi elimizden alan ise yeni müttefiklerimiz ve dostlarımız oldu. Yeniden iktidara döndük ama başkalaşarak ve kendimiz olmayarak. Bundan dolayı öteki olan ben veya başkası olarak kendim suretinde iktidara dönmüş olduk. Bu nedenle de Kıbrıs'a ve Ermenistan meselesindeki tarihi tezlerimize yabancılaştık. 28 Şubat süreci liberal aydınlarla İslami kesimleri birbirine itti ve bu karşılıklı itilme sonucu sırt sırta gelmeyle birlikte kör bir nokta oluştu. Kurt gövdeye girmiş oldu. Siyam ikizleri gibi reflekslerimizi müttefikimize kurban ettik. Uluslararası konjonktürün de dayatmasıyla birlikte onların referans sistemini kabul ettik ve bugünkü yaşanılan çıkmazın temel taşlarını döşedik. Velhasıl, yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Bizdeki Neocon karaltıları, efendileri kadar da cesur ve özgüvene sahip değiller. Onlar tarihin sonundan yeniden tarihin kıyısına döndüler. Nitekim, Robert Kagan da The Return of History and the End of Dreams adlı eseriyle tarihin sonuna ve Amerikan serabistanına veda etmiştir. Bizimkiler ise nerede hata yaptık demekten bile acizler. Zira bunu demeleri için önce kendileri olmaları gerek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi