Neden susacakmışım?
Yargı kararıdır, uyarım, kanunun vazettiği çerçeve dışına çıkmam ama, ortaya çıkan kararı da çatır çatır eleştiririm.
Neden eleştirmeyecekmişim?
Bu, aynı zamanda benim 'vatandaşlık' görevim.
Kaldı ki, eleştirilerin odağındaki şey, bir yargı kararı da değil.
Bir iddianame.
Ne yani, Başsavcı hiçbiri doğrulanmamış, hakkında yasal takibat yapılmamış gazete haberlerini iddianamesine ekleştirecek, ben 'yargı yara almasın' diye susacağım...
öyle mi?
Bu rikkati (yahut meşrebinize göre dikkati), bir yargı mensubu olması hasebiyle, öncelikle Başsavcı'nın göstermesi gerekmiyor mu?
Şu sözler değerli Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'ya ait: 'Bir ABD projesi olan ve kapsamındaki ülkeleri ılımlı İslami rejimlerle yönetmeyi amaç edinen Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanı olduğunu her fırsatta tekrarlayan Başbakan Erdoğan...'
Ne demek şimdi bu?
Spekülasyon olarak bile değer ifade etmeyecek bu sözlerin bir 'hukuk metni'nde işi ne?
Bir iddianame böyle mi hazırlanır?
Bir iddianameyle değil de, sanki bir Tuncay özkan yahut İlhan Selçuk makalesiyle karşı karşıyayız.
Taha Akyol'un da haklı olarak altını çizdiği gibi, Başsavcı ABD kaynaklı BOP'un bölge ülkelerini 'ılımlı İslami rejimlerle yönetmeyi amaçladığını' ispat etmelidir!
Bunu ispat edemiyorsa, derhal görevi bırakmalıdır.
Şu 'yargı' ve 'hukuk' ilişkisiyle ilgili olarak da bir çift söz söylemek istiyorum:
Evet, hepimiz hukuku çok seviyoruz, ona bayılıyoruz. 'Hukuk' sözcüğünü yazılarımızdan, konuşmalarımızdan, gündelik hayatımızdan eksik etmiyoruz. Siyasilerin ve yüksek yargı mensuplarının konuşmalarına bakın, içinde 'hukuk' ya da 'hukuk devleti' geçmeyen bir tek cümle yok. Bulamazsınız!
Bazılarımız işi daha da ileri vardırıyor, 'hukukun üstünlüğünü, üstünlüğün hukukuna tercih etmemiz gerektiğini' söylüyor.
Her yıl tekrarlanan 'açılış ve kuruluş yıldönümü' törenlerinde de aynı galat, aynı şablon; Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir, yargı bağımsızdır, hukukun üstünlüğü önemlidir vs...
Hukuku çok seviyoruz ama, ona güvenmek konusunda da mütereddidiz.
Neden?
Buna, darbelerin ve olağanüstü mahkemelerin gadrine uğramış bir siyasetçi şöyle cevap veriyordu: 'Türkiye Cumhuriyeti tarihi, yargıç ve savcılara ilişkin güvenimizi boşa çıkaran kötü muhakeme örnekleriyle dolu da, ondan.'
Mesela?
Mesela Yassıada Mahkemesi...
Mesela Sıkıyönetim Mahkemeleri...
Elbette hukukun üstünlüğüne inanan, 'hukuk devleti' ilkelerini her türlü ideolojik mülahazanın önüne geçirmiş, kararlarıyla 'Türkiye'de hakimler var' dedirten savcı ve yargıçlarımız da var.
Fazlasıyla var da, 'hukuk devleti'nin değil, doğal olarak 'yargı devleti'nin umdelerine göre hareket ediyor onlar da...
Doğal olarak...
çünkü Türkiye'de bir hukuk nosyonu yok.
Hukukun 'haklar'la ilişkisini kurcalayan da yok.
Doğru dürüst bir hukuk eğitimi de yok.
Bu nedenle, Türkiye'de hukukçular, kendilerini 'hukuk'un tarafsız uygulayıcısı değil, ideolojik devletin sözcüleri gibi görüyor...
öyle ki, aralarından, hukuku 'misyon' temeline indirgeyenler, hukuk adamının aynı zamanda 'aydınlanma felsefesi taşıyıcısı' olması gerektiğini savunanlar bile çıkabiliyor; bir önceki Başsavcı Nuri Ok gibi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.