Ettiğiniz bütün küfürleri yalatacağız size
Keşke olsa... Keşke yapabilse... Keşke Türkiye’yi Avrupa standartlarında demokratik bir anayasayla tanıştırsa... Keşke akim bırakılmış Kürt meselesini çözse... Keşke işsizliği ortadan kaldırsa... Keşke “inanç ve düşünce özgürlüğü” konusunda ileri adımlar atsa... Keşke başımıza tebelleş olmuş “bürokratik azgınlığı” dizginlese... Keşke Ergenekon ve sair oluşumlara karşı savaşsa... Keşke asker meselesini hale yola koysa...
Bunu isteriz.
Bunu ister Erdoğan, ister Kılıçdaroğlu, isterse Canan Arıtman kafasını ödünç almış bir siyasetçi yapsın...
Bunlar yeter ki olabilsin...
Fakat, bunları yapmaya aday Kılıçdaroğlu, iyi kötü yürüyen demokratikleşme konusunda “söylem” düzeyinde de olsa üzerine düşenleri yaptı mı? Bir muhalefet partisi milletvekili olarak, kendisinden umutlanmamızı gerektirecek “sahici” bir davranış içinde oldu mu?
Hayır.
Bugüne kadar ortaya koyduğu performansa bakıyoruz ve hayal kırıklığına uğruyoruz.
Mesela, Onur Öymen’in Dersim itirafını “dış mihrak ürünü” olarak değerlendirmişti.
Partiyi karıştırmak, en nihayetinde bölüp parçalamak isteyen dış güçler, muhterem Onur Öymen’in ağzına “Dersim” diye bir laf düşürmüşler, biz yandaşlar da sakız gibi çiğneyip duruyoruz.
Bunu demeye getiriyordu.
Üstelik, Meclis’teki “Dersim itirafı
nı” önce alkışlayan, sonra görülen lüzum üzerine derin bir sessizliğe bürünen, ardından ortaya çıkıp “Öymen istifa etmelidir” diye ucuz kahramanlık taslayan, derken (herhalde dış güçleri sevindirmemek adına) istifa talebinden vazgeçtiğini açıklayan Kılıçdaroğlu bu...
Dürüst Kılıçdaroğlu bu...
Her fırsatta Kürtlüğü ve Aleviliği vurgulanan Kılıçdaroğlu bu...
Kılıçdaroğlu toleransı ne yazık ki Dersim olayıyla sınırlı değil!
Darbeci zihniyet haklı gösterildiğinde susmuştu... Cunta anayasası ve kurumları sahiplenildiğinde susmuştu... “Dans etmesini bilmeyen Başbakan Türkiye’ye yakışmıyor” denildiğinde susmuştu... Başörtüsü “faşist gömleği”ne benzetildiğinde susmuştu... AB ve demokratikleşme yasaları yerden yere vurulduğunda susmuştu...
Tamam, önyargılı olmayalım...
Zaman tanıyalım...
Bir de genel başkanlık mazbatasını aldıktan sonraki durumuna bakalım.
Bakmasına bakalım da, geçmişi, ge
leceği konusunda hiç umut vermiyor.
Bakıyoruz, karşımızda Ergenekon’a toz kondurmayan, darbe sanıklarını anlayan ve kollayan bir Kılıçdaroğlu görüyoruz. Suikast iddialarını ciddiye almıyor, psikolojik savaş belgelerini görmek istemiyor, darbe örgütlerine toz kondurmuyor, “yargı vesayetine” inanmıyor...
Daha demokratik bir anayasa yapacak ama demokratik anayasa çalışmalarına karşı ilk itiraz parmağını kendisi kaldırıyor.
Başörtüsü meselesini çözecek ama bu meseleyi yasal çözüme kavuşturan anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne götürmekten imtina etmiyor.
Memleketi refaha kavuşturacak ama SSK’yı iflas noktasına getirdiğini hiç hatırlamıyor.
Bir konuşmasında “besleme ve yandaş basına son vereceklerini” söylüyordu.
Nasıl yapacak bunu?
Kalemimizi mi kıracak?
Silivri’ye mi tıkacak?
Hiç vakit kaybetmesin... Kimin kimden beslendiğini, ortada ne gibi usulsüz icraatlar bulunduğunu örnekleriyle açıklasın. Ben de kendisine, adeta bir ihale canavarına dönüşen ve devletten almadığı ihale kalmayan muhterem Aydın Doğan’a niçin ses çıkarmadığını, “darbe yandaşı” olan gazeteleri niçin problem yapmadığını, Kılıçdaroğlu şakşakçılığında sınır tanımayan “neo yandaşlar”dan niçin şekvacı görünmediğini sorayım...
Kapışalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.