"Sınır"ı aşmak için
Anayasa Mahkemesi, 9-2 oyla, Anayasa değişiklik paketini "şeklen" görüşmeye karar verdi. Açıklamada "şekil yönünden" kelimelerini büyük puntolarla yazarak, altını çizdi.
Aslında bunu ifade etmesine gerek yoktu, çünkü zaten Anayasa'nın 148'inci maddesi bunu zorunlu kılıyordu.
Maddenin o bölümü şöyleydi:
"Şekil bakımından denetleme, Anayasa değişikliklerinde, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır."
Evet, "sınırlıdır." Nokta.
Cümle alem biliyor ki, Anayasa değişiklik paketinde, şu sayılan şekil şartları konusunda bir sorun yok. Öyleyse, Anayasa Mahkemesi'nin iptal gibi bir yola gitmeyeceğinden emin olmalıyız, değil mi?
Ama emin değiliz.
Çünkü bu "sınırlar"ın aşılacağı gibi bir kaygı taşımaktayız.
Çünkü Anayasa Mahkemesi, böyle bir işi daha önce yaptı.
Yeni "şekil şartı" üretti.
Malum, 10'uncu ve 42"nci maddelerdeki değişikliği, Anayasa'nın değiştirilmesi teklif edilemeyecek olan 2'nci maddesi ile, oradaki "laiklik" ilkesi ile çelişir buldu ve "Meclis teklif edilemeyecek olanı teklif ederek şekil yanlışı yaptı" dedi, o değişiklikleri iptal etti.
Böylece, her türlü Anayasa değişikliğini, söz konusu olan değiştirilemez maddelerle ilişkilendirip, iptal edebilme yolunu açtı.
Böylece TBMM'nin Anayasa değiştirme iradesine ipotek konulmuş oldu.
Güncel durumda olan ne?
İhtimal şu:
Anayasa Mahkemesi'ndeki çoğunluk bu defa, laiklik, demokratiklik, sosyal devlet ilkeleriyle olmasa bile, "hukuk devleti" ilkesinden yola çıkarak bu değişikliğin önünü keser mi?
CHP'nin iptal başvurusundaki gerekçe bu.
Bir süredir, Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya dahil, kimi yüksek yargı mensubunun dilinde tedavül eden de bu.
Deniyor ki:
Anayasa değişikliği ile Meclis, Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın üye yapısını değiştiriyor, bu da hukuk devleti ilkesinin ihlali anlamına gelir.
Böyle bir kanaate nasıl varılabilir?
-Bu iki kurumun mevcut yapısının ve üye seçim sisteminin en ideal, en hukuki, en anayasal, en, en, en... şekil olduğuna inanarak varılabilir.
Sonuçta Meclis'e "AYM ve HSYK'nın yapısı ile oynadın, hukuk devleti kuralını ihlal ettin" denmiş oluyor.
O zaman, "AYM ve HSYK'nın yapısı eşittir hukuk devleti" sonucu çıkıyor.
Bir kurumun yapısı bu kadar mutlaklaştırılabilir mi?
Kaldı ki, bugüne kadar birçok hukukçu, bilim adamı, yüksek yargı mensubu, bu kurumların yeni düzenlemelere ihtiyacı bulunduğunu ifade etmiş. Bizzat AYM üyeleri, kurumun daha sağlıklı işleyebilmesi için mesela üye sayısının artırılması teklifinde bulunmuş.
Aslında Anayasa değişikliğinin ancak şekil yönünden iptal edilebilirliği hükmü de, AYM'nin yetkisini aşıp kendisini yasama organının yerine koyma tavırlarından dolayı Anayasa'ya girmiş.
Şimdi AYM, Meclis'in sınırladığı "yetki"yi, yeniden sınırsız hale getirme arayışında...
Bunun için de, değiştirilemezlik ilkesini bir manivela olarak kullanıyor.
Şöyle bir soru soralım:
AYM'nin üye yapısı, diyelim 9-2, CHP talebine uygun değil de Meclis'ten çıkan iradeye uygun şekilleniyor olsaydı, HSYK'nın yapısı, Seyfi Oktay-Kadir Özbek kanallarının işlediği boyutta şekillenmemiş olsaydı, AYM ve HSYK yapısı için yine de böyle bir "kale savunması" yapılır mıydı?
Kale...
Sendrom.
Bir süredir bir çevre, "kaleleri kaybetme" duygusu yaşıyor.
Yani bazı kurumları kaleleştirmişler ve şimdi onu, Anayasa'yı da zorlayarak koruma çabasındalar.
Oktay'ın telefon dinlemeleri, Kadir Özbek'in açıklamaları, en son hakim Köksal Şengün'ün Yargıtay üyeliği için Oktay ve Özbek arasında yürüttüğü kulisler, yüksek yargıdaki oluşumları çok kuşkulu hale getiriyor.
Belli ki bir "ekip" oluşturulmuş.
Nasıl bir "ekip" bu ve ne kadar yoğun bir ekip bu?
AYM'nin, "anayasal sınırı aşmak için" bulması gereken gerekçe, bu "ekip" çalışması ile ister istemez alakalandırılacak.
Bence AYM, eğer iptal gibi bir yola girecekse, bu "ekip" çalışmasıyla bağlantılı olmadığını ispat zorunda kalacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.