Bizi şaşırt, utanalım!
Zeki bir adam değilim... “Hukuk”tan anlamam... Kavrayışım Ruhat Mengi’den daha yüksek değildir...
Bu “zeki olmayan” halim ve sınırlı kavrayışımla, Anayasa Mahkemesi’ne giden dosyalar hakkında ne karar verileceğini bugüne kadar hep doğru tahmin ettim.
İyi ki “bahis şirketleri” Anayasa Mahkemesi’nde görülen davalar üzerinden bahis oynatmıyor. Hepimiz iflas ederdik.
Duruma göre kazanabilirdik de...
Çünkü, dosyaların nasıl, ne şekilde, hangi siyasi parti marifetiyle gideceği belli. Nasıl ele alınacağı belli. Ne yönde karar çıkacağı belli. Kararın hangi oy çoğunluğuyla alınacağı belli
Her şeyin bu kadar çok “belli” olduğu bir ülkede, biz ısrarla “Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu, yargının tam bir tarafsızlıkla çalıştığını” söylüyoruz.
Kendi söylediklerimize inanıyoruz.
Sonra da inandıklarımız üzerinden fikir yürütüyoruz.
Kimseyi rencide etmek istemem... Anayasa Mahkemesi üyelerine ve kurumun tüzel kişiliğine saygısızlık yapmayı aklımdan dahi geçirmem... Bağımsız yargımızın “ideolojik bir grubun” tasallutu altında olduğu iddialarına asla prim vermem... Verilenlere ve söylenenlere inanırım.
Fakat, böyle de olmuyor ki.
Şaşırmak istiyorum.
Farklı bir kararla karşılaşmak, “İşte hukuk devleti, işte bağımsız ve tarafsız yargı” demek istiyorum.
Bunu diyemiyorum.
Bunu diyemeden bu dünyadan ayrılmaktan korkuyorum.
Şimdi elimizi vicdanımıza koyup
konuşalım:
Ünlü “Tedbirler Kanunu”, Anayasa Mahkemesi tarafından “hukuka uygun” bulunmuştu.
Bu karar tatmin etti mi sizi?
Üstelik mahkeme, gerekçesinde daha da ileri gitmiş, “27 Mayıs müdahalesinin bir devrim olduğunu, devrimlerin eleştirilemeyeceğini ve sorgulanamayacağını” söylemişti.
Parti kapatma davaları tatmin etti mi?
Üniversitelerde kılık kıyafeti düzenleyen kanunun “yok hükmünde” sayılması tatmin
etti mi?
Bir Sabih Kanadoğlu mamulatı olan 367 kararı tatmin etti mi?
İfade ve inanç özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran kısmi anayasa değişikliğinin “esastan” görüşülerek iptal edilmesi ve parlamentonun yok sayılması tatmin etti mi?
Etmedi...
Kanun der ki, “Anayasa Mahkemesi esasa giremez... Kendisini yasama organının yerine koyamaz... Yasama organının görevlerini ve yetkilerini sınırlandıramaz... Sadece kanun değişikliklerinin anayasaya uygunluğunu denetler... Anayasa değişikliklerini ise, şekil şartlarına uyup uymadığı konusunda inceler...”
Bizim yüce mahkeme ne yapıyor? “Şekil”den girip “esas”tan çıkıyor. Esastan incelediği anayasa değişikliğini de (görevini ve yetkisini aşmak pahasına) iptal ediyor.
Yani suç işliyor.
Yani kanunun amir hükmünü çiğniyor.
Yani anayasa ihlali yapıyor.
Mahkemenin önünde şimdi, kritik bir dosya var. TBMM kararı ve Cumhurbaşkanı’nın onayıyla “referanduma” sunulmuş anayasa değişikliği paketini “şekilden” inceleyecek.
İnceleme yetkisi bulunmadığı halde inceleyecek.
Referandum sürecine müdahale etme hakkı bulunmadığı halde inceleyecek...
Henüz yürürlük kazanmamış bir değişiklik tasarısının “incelemeden ari” olması gerektiğini bile bile inceleyecek.
Mahkeme “şekilden gireceğini” söylüyor ama biz biliyoruz ki ne zaman şekilden girse esastan çıkıyor ve ortaya esaslı bir “hukuk ihlali” çıkarıyor.
Bari bu kez şaşıralım...
Bari bu kez, “Her şeye rağmen Türkiye bir hukuk devletidir” diyebilelim ve utanalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.