Şehitlerin sırtından ekmek yemeyi bırakın
İçimiz kan ağlıyor... Üzgünüz... Lanetliyoruz... Teröre bulaşanların Allah bin belasını versin diyoruz...
Hepsi tamam...
Terörle savaşımız sonuna kadar sürecek... Yılmayacağız... Kararlığımızdan vazgeçmeyeceğiz... Birlik ve beraberliğimize yöneltilmiş tehditlere pabuç bırakmayacağız... Yaptıklarını yanlarına koymayacağız...
Bunlar da tamam...
Fakat ey sorumlu devlet adamları, ey sorumlu icra heyeti, ey sorumlu muhalefet, ey sorumlu güvenlik birimleri...
Bu işin “kana kan” politikalarıyla hallolamayacağı hâlâ anlaşılamadı mı?
Bu da bir çözümdür, evet...
Köyleri boşaltmak, teröristi “bire kadar” kırmak, “olağanüstü hal şartları”yla bölgede “farklı” bir vasatı egemen kılmak...
İyi de, “ötekinin yokluğu” üzerine bulunacak çözüm, çözüm müdür?
Kendisinden hazzettiğim pek söylenemez... Son zamanlarda “kırıcı” bir tutumu benimsedi... Liberal ilkeleri bir yana bırakıp, Doğan Grubu ilkelerine sarıldı... Değişti, dönüştü, başkalaştı... Ama buna rağmen eski dostum Cüneyt Ülsever gibi düşünüyorum.
Diyor ki Ülsever: “Benim başından beri söylemek istediğim bir şey var, Demokratik açılım, Kürt açılımı ile ilgili... Analar ağlamasın istiyorsanız, anaları ağlatan unsurlarla oturup konuşmak zorundasınız. Dünyanın hiç
bir yerinde bu başka türlü halledilmiyor...”
Haksız mıdır?
Terör örgütü, süreç içinde dönüştü, kendisine “toplumsal bir taban” buldu.
İşimize gelmese de, realite bu...
Elbette terör örgütüyle pazarlık yapılmaz... Yapılmamalıdır...
Elbette terör örgütü muhatap kabul edilmez... Edilmemelidir...
Fakat, şu ya da bu saikle, terör örgütünün yönlendirdiği (kurduğu) siyasetle, bu siyasetin “görünür” temsilcileriyle masaya oturulabilir.
Hadi daha açık konuşalım:
Dönüp “İmralı’ya bakma alışkanlığından” kurtulmamış, bu alışkanlıktan kurtulma konusunda herhangi bir gayret içinde olmayan, mücbir nedenlerle bunu başaramayan BDP’yle esaslı bir müzakere sürecine girilebilir.
Hükümetin “açılım” politikası, sağlıklı bir müzakereye imkân veriyordu.
Fakat, siyasi destek bulamadı.
Daha doğrusu, mahut girişim, muhale
fet partilerinin “sorumsuz” davranışlarıyla akamete uğradı. Daha çok kan, daha çok kaos, daha çok cenaze görmek isteyenler kazandı. Belki bu vesileyle, bir türlü sandıkta alt edilemeyen AK Parti gider, Silivri sakinlerine ve yargı oligarklarına nefes aldıracak bir hükümet değişikliği gerçekleşirdi...
Devlet Bahçeli, olup bitenlerden siyasi iktidarı sorumlu tutuyor ve olağanüstü halle birlikte derhal erken seçime gidilmesini istiyor.
Hüsamettin Cindoruk, “Evet, erken seçime gidilsin” diyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, “Tabii ki... Erken seçime gidilsin” diyor.
Peki, terör meselesini halletme konusunda bir öneriniz, bir teklifiniz, bir çözüm paketiniz var mı?
Yok.
Kürt meselesiyle ilgili bir cümleniz?
Yok...
Bölgenin rehabilite edilmesi konusunda bir reçeteniz?
Yok...
Kan aksın, hükümet yıpransın, hemen erken seçime gidilsin, arkasına rüzgâr almış Kılıçdaroğlu oy oranını yükseltsin ve hayallerdeki “CHP-MHP koalisyonu” gerçeklik kazansın...
Bu mu?
Buysa, daha kaç şehit vermemiz gerekiyor?
Bırakın o çocukların sırtından ekmek yemeyi de, bir şey söyleyin.
Somut bir şeyler...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.