Mekke
Beytullah şehri Mekke. Rasulullah aleyhisselatu vesselamın “Allah’ın adı üzerine yemin ederim ki seni çok seviyorum” dediği mübarek belde. Peygamber evi Medine’den Beytullah’a kara yoluyla geçiyoruz. Çıktığımız bu kutlu yolculuğun heyecanı içimizde gözlerde nem dillerde Lebbeyk. Lebbeyk Allahümme Lebbeyk. Lebbeyk ke la şerike leke Lebbeyk innel hamde venniğmete leke vel mülk la şerike lek. Gecenin geç bir vaktinde kavuşuyoruz Mekke’ye... Bir an dahi kaybetmek istemiyoruz. Hepimizin içinde aynı düşünce: Koşalım Kabe’ye. Bu nasıl bir mekan? Bu nasıl bir yapı? Mantıkla, akılla, sözle ifade edilebilir mi? Hayır. Çekiyor Beytullah adeta. Kendine çekiyor. Bu kutlu beldeye ayak basanı, daveti alanı, davete icabet edeni ayak basar basmaz kendine getiriyor. Kalplerde Lebbeyk. Geldik. Ayaklar Beytullah’a varıyor. Gece gündüz. Orada zaman yok. Orada mekan yok. Orada Rab var. Orada her şey duruyor. Bu Beytullah’a ikinci gelişim. Bakıyorum... İlk gelişimde hissettiklerimi aynen bir kez daha yaşıyorum: Kabe karşınızda. Etrafında bir hare... Durağanlık haresi.... Merkezliğin haresi... Her şeyin orada başlayıp orada bittiğinin habercisi bir halka... Her şeyi bir perspektife oturtan işaret... Dünyevi olana dair her bir şeyi anlamsızlaştıran gerçeklik... Çekim merkezi... Nur halesi...
Medine ne kadar sekineti temsil ediyorsa Mekke de o kadar enerjiyi, hareketi ve hicreti yaşatıyor. İlk gelişim üzerinden sadece üç sene geçmiş olmasına rağmen şehri tanımakta neredeyse zorlandım diyebilirim. Mekke canlı, dipdiri. Değişimi içselleştirmiş adeta. Her tarafta bir kazı, bir vinç, bir yıkım, bir yapım... Mekke değişimin tam göbeğinde. Bildiğimiz, tanıdığımız sokakları şimdi tanıyamıyoruz. Sağ ve sol inşaatta. Ne kadar mı? O derece ki insan “Birazdan beni de önüne katıp buralardan sürecek bir buldozer çıkacak mı acaba” endişesinde kalıyor... O düzeyde bir hareketlilik, o oranda bir yenileşme... Peki iyi mi kötü mü? Mekke’de taş üstünde taş bırakılmıyor! Tarih gömülü kalsa iyi kazınıp imha ediliyor! Canlı canlı gömülüyor. Bu yenilenen şehrin pragmatist kafa yapısıyla da bağdaşıyor. Vahabilik her şeye bir bidat etiketi yapıştırmaktan gocunmuyor. Öyle olunca da ilk müslümanların oturdukları yerler, gizli gizli İslam’ı öğrendikleri mekanlar, ilk zaferlerini kazandıkları, ilk kayıplarını verdikleri bölgeler bir önem arzetmez oluyor... İyi mi kötü mü?.. Bir de madalyonun diğer yüzü var tabii... Mekke, milyonları kucaklayan bir şehir... Hac gibi bir farizayı, artan kalabalıkların bir anda bir yerde ama düzen içerisinde yerine getirmesi mucizevi bir düzeni de olmazsa olmaz kılıyor. Allah’ın izni ve yardımı olmaksızın bu kadar pürüzsüz bir şekilde bu görevin ifa edilmesi hiç şüphesiz imkansız. Ancak insan endeksli sorunlar da yaşanıyor. Tünel faciası mesela acı bir tecrübe olarak hepimizin zihninde bugün de taptaze. Beytullah’a ilgi yıldan yıla arttıkça ona koşanların sayısında da bir eksilme olmayacak. İlelebet bu böyle olacak. Öyleyse bunca insanı misafir edecek çağdaş mekanlar da elbette ki inşa edilecek. Ama ne pahasına? Beytullah’ı yüceltmek adına onu küçük bir mekana hapsetmek pahasına mı? Ona tepeden bakan kibirli gökdelenleri bir bir dikmek pahasına mı? Beytullah merkezde. Çekirdekte. Kalpte. Ama coğrafi olarak boğulmakta. Mekke’de eskiye ait taş üstünde taş kalmamakta. İyi mi kötü mü?..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.