Beni devlete jurnalleyen yazar
Ben güya, “PKK’yla masaya oturulsun, müzakere sürecine girilsin” diye bir yazı yazmışım...
Televizyonda “basın programı” yapan bir hanımefendi de, bu önerimi, konuk aldığı bir köşe yazarına sormuş.
Köşe yazarı da, ne yapsın, sufleyi alır almaz şarlamış: “Kürt siyasi partisi ile masaya oturma, Kürtleri muhatap alma konusunda, açılımın başlarında ben de benzer yazılar yazmıştım. Ancak BDP ‘İmralı’yı muhatap alın’ diye açık açık söyledi. Olay bugün BDP’yi muhatap almak ile çözümlenecek halde değil. Bir terör sorunu haline geliyor yeniden... Bugüne kadar istihbarat örgütleri İmralı’yla hatta Kandil ile zaten görüşüyordu.”
Hanımefendi, herhalde tatmin olmadığı için, sorusunu yinelemiş: “Bu yaşananlara müzakere diyebilir miyiz?”
Konuk yazar, hanımefendinin mahut öneri üzerinden hükümeti dövmeye çalıştığını kavrayamamış olacak ki, “ezberine” devam etmiş: “Müzakere yok belki ama bir ilişki olduğu ortada. Müzakere ne alacağız ne vereceğiz demektir, ama bir ilişki var. Habur’dan girişler nasıl sağlandı. Bir ilişki, iletişim olmasa zaten mümkün olmazdı bunlar.”
Bu hanımefendiyi yakından tanımam.
Uzaktan da tanımam.
Bir zamanlar, bilmem ne haber dairesinde, Ali Kırca’nın yardımcılığını yapıyormuş... Demek ki, 28 Şubat sürecini tamama erdiren bütün “çıktı” haberlerinin altında bunun imzası var.
Kendisini tanımam ama rast geldikçe televizyondaki programını izlerim.
Hoşlaştığım biri değildir.
Habere yaklaşımından da hoşlanmam, duruşundan da hoşlanmam, bakışından da hoşlanmam.
İdeolojik asabiyyeti yüksek bir ablamız...
Köşe yazarı olan şahsı da tanımam.
Onu da bir kez, bir televizyon programında izlemiştim... Ergenekoncudan çok Ergenekoncu, İsrailciden çok İsrailci bir görüntü vermişti. Anladığım kadarıyla, ne konuştuğunu bilmeyen bir arkadaşımız.
İşte bu tanımadığım iki şahıs, oturup, benim “olmayan önerim” üzerinden ahkâm kesmişler, “açılıma devam” diyen Başbakan’ı pataklamışlar bir güzel.
Saçma sapan mevkuteleri okumadığım için, olayı bu sabah tesadüfen bir internet sitesinden öğrendim.
Bir şey daha olmuş...
Bir başka “yayın sahibi” (ismi lazım değil), Ali Kırca’yla birlikte İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın basın toplantısına gitmiş...
Herhalde Ali Kırca’nın “yüksek fikirlerinden” ilham alarak, benim olmayan önerimi gündeme getirmiş ve “Sayın Bakan, PKK’yla masaya oturulmasını savunan yazarlara da televizyon yasağı getirmeyi düşünüyor musunuz?” diye sormuş...
Peşi sıra, benimle birlikte üç gazeteci arkadaşımızın ismini saymış. Yani, devlete ihbar etmiş...
Muhbir muhbirliğini yapacak, bir şey
diyemem.
Peki muhteremler, ben ne zaman “PKK’yla masaya oturulsun, müzakere sürecine girilsin” diye bir laf etmişim?
Hangi yazıda, hangi programda, hangi
mecrada?
Şunu yazdım: “Şu ya da bu saikle, terör örgütünün yönlendirdiği (kurduğu) siyasetle, bu siyasetin ‘görünür’ temsilcileriyle masaya oturulabilir...”
Sayın muhbir vatandaşın zekâsından ve “kavrayış düzeyinden” endişe ettiğim için de, hemen alttaki paragrafa “müzakere partneri”nin BDP olduğunu ekledim.
Bu açıklama muhbir vatandaşı kesmemiş...
Dikta yöntemleriyle susturulmamı(zı) istiyor...
Yahu bunlar değil miydi, “Hükümet sivil diktaya gidiyor, Başbakan bizi susturmaya çalışıyor, ifade özgürlüğümüz engelleniyor” diye üst perdeden zırlayıp duranlar...
Şimdi kalkmış “olmayan öneri” üzerinden jurnalcilik yapıyorlar.
Sonra da “yayın yasağı” istiyorlar. Hiç utanmıyorlar da...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.