PKK ve Demirel’in hesabı
Seçimlerin zamanında yapılacağını varsaysak bile artık Türkiye seçim ortamına girdi. Bundan sonra atılacak her adım veya her eylemin seçime yönelik olacağı ya da kamuoyunda oluşacak algının bu yönde şekilleneceğini söyleyebiliriz.
Zaten bu süreç, video komplosu ve sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına getirilmesiyle aktif hale getirildi. Mustafa Sarıgül’ün kuyruğu dik tutmaya çalışan veya İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı pazarlığına geçit verecek türden açıklamalarını bir kenara bırakacak olursak, parti kurmaktan vazgeçmesi, bu sürecin parçasıdır.
Bu dönemde artan PKK eylemleri, siyaseti yeniden projelendirme girişimlerinden bağımsız düşünülemez.
İmralı sakini Abdullah Öcalan’ın CHP kurultayından hemen sonra yaptığı açıklamayı hatırlayalım: “(Erdoğan’ın) Ayaklarının altındaki toprak kayıyor. İşte görüyorsunuz Kılıçdaroğlu geliyor.”
CHP’nin Kılıçdaroğlu’yla birlikte yelkenlerini şişirdiği gerçeği göz ardı edilemez. Ancak, tek başına iktidar çoğunluğunu yakalaması pek ihtimal dahilinde gözükmüyor. Koalisyon partneri olarak düşünülen MHP’nin Kılıçdaroğlu rüzgarından olumsuz etkilenmesi ise projenin iç çelişkisi olarak karşımıza çıkıyor.
Kutuplaşma siyasetinin, ara partileri yıkıma sürüklediğini geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz. Süreç böyle devam ederse, CHP’deki sol toparlanmaya alternatif olarak sağdaki kitlesel kaymanın AK Parti’ye yöneleceğini söylemek mümkündür.
Buradaki kritik soru şu: MHP, bu girdaptan nasıl kurtulacak? Aksi halde, projenin hayata geçirilmesi imkansızdır.
PKK’nın birden tırmandırılan kanlı eylemleri, MHP’nin yelkenlerini şişirirse, koalisyon ihtimali artabilir. Bu yorumun hemen ardından şu soru gelebilir: Eylemler MHP’ye yarayacaksa PKK’nın bundan muradı ne olabilir?
Sadece İmralı’da değil Kandil’de de CHP-MHP koalisyonu üzerinde ciddi olarak kafa yorulduğu aşikar. Kürt Aydını Orhan Miroğlu’nun 4 Mayıs 2010 günü Taraf Gazetesi’nde yayınlanan şu ifadeleri çok önemli: “Olası bir CHP-MHP koalisyonunda Kürtlerin federasyon elde edebileceğine ilişkin garip iddiaları var.”
Hesap şu: CHP-MHP koalisyonunda iç çatışma ortamı doğar, muhtemelen OHAL veya sıkıyönetim ilan edilir, BM güçleri Irak’ta olduğu gibi Doğu’ya bir hat çeker, bölünmenin ilk ciddi adımı atılır.
ABD ve İsrail’le bozulan ilişkilerin suistimal sularında yüzen PKK’nın bu hesabına karşılık, süreci yöneten asıl aktörlerin kağıt üzerinde daha geniş tabana dayalı ancak fiilen bağışıklık sistemi daha zayıf AK Parti-CHP koalisyonuna göz kırpacaklarını tahmin ediyorum.
Ya da Sarıkız darbe senaryosunun çizildiği 2003-2004 yılında olduğu gibi kavga nedenleri ortadan kalktığında planlar revize edilebilir.
Cari olan plan üzerinden devam edecek olursak, AK Parti, CHP, MHP ve BDP’li meclis aritmetiği öngörülüyor.
Bu arada bulanık suda avlanmak isteyen kimi çevreler, senaryodan rol kapmak için seferber olabilir, denkleme DP’yi dahil etme gayretine girebilir. Hüsamettin Cindoruk’un bugün için önerdiği ve ara rejimi çağrıştıran “Cephe Hükümeti” modeli, aslında seçim sonrasına dönük bir modeldir.
CHP-MHP-DP hükümeti...
Özellikle Süleyman Demirel’in Kasım ayında yapılması muhtemel kongrede DP’nin başına Ergenekon sanığı Mehmet Haberal’ı getirme niyetinde olduğu konuşuluyor. Başkent kulislerinde dillendirilen bu senaryo ne ölçüde tutar bilemem, ancak Haberal’ın kongreden önce serbest bırakılması girişimlerinin yoğunlaşacağını düşünenler çoğunlukta.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin Haberal’ı serbest bırakmadıkları için 9 yargıca verdiği tazminat cezasının hukuki boyutu bir yana, muhtemel siyasal yansımaları da hesaba katılmalıdır.
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliği paketine ilişkin vereceği kararın siyasi şiddeti, süreci derinden etkileyecek boyutta olacaktır.
Başbakan Erdoğan’ın cumartesi günü
G-20 zirvesi için gideceği Kanada’da ABD Başkanı Obama ile yapacağı muhtemel görüşmenin sonuçları da dikkatle izlenmelidir.
Ucu açık bir yolculuktayız, izleyelim...