Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Maskeli korsanların kabzasında

Maskeli korsanların kabzasında

Sonunda baskın vakti gelip çatmıştı. Sabah namazında tahiyyat bölümü hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Çıkan gürültülerle artık çıkarmanın bir beklenti değil gerçek olduğu anlaşıldı. İmam selam verdikten sonra ortalık ana baba gününe döndü. Bizler namazımızı ikinci katın güvertesinde kılmıştık. Görebildiğim kadarıyla yolcuların büyük bölümü can yeleklerini giymişlerdi. Sanki can yelekleri değil de kefenler giyilmiş gibiydi. Herkes daha önce kararlaştırılan pozisyonlarını aldı. İkinci kattaki bölüme döndüğümüzde koltukların altında muhafaza edilen can yeleklerini bulduk ve sonunda yeleklerden birini de ben giydim. Ortalık hareketliydi ve sağda solda dolaşırken koridordan yaralanmış olarak Muhyiddin Gili Bey belirdi ve hemen omzuna girdim ve koltuğun üzerine yatırdık. Biraz sonra doktorlar geldi ve merminin girip çıktığı bacağına pansuman yaptılar ve kan akışını önlediler. İlk defa bu manzara ile birlikte işin ciddiyeti de anlaşılmış oldu. Muhyiddin Gili Bey’in baldırına girip çıkan mermi bize gerçek mermi kullanıldığını gösterdi. Halbuki, genel beklenti çıkarma olsa bile gerçek mermilerin kullanılmayacağı plastik mermilerin kullanılacağı yönündeydi. Önceden sis bombaları atılmış ve bu doğrultuda güvertede nöbetçi ve gözcü yolcuların üzerine plastik mermiler sıkılacağını varsayıyorduk. Lakin Muhyiddin Gili Bey’in başına gelenler maskeli korsanların gerçek mermi kullandıklarını da gösteriyordu. Böylece hayalden sonra gerçeklerle karşılaşma anını yaşamıştık. Zaten Adli Tıp Kurumu’nun yayınladığı rapora göre, çıkarma sırasında yakından ve üstten ateş ettikleri gibi çok esrarengiz silahlar ve mermiler kullanmışlar.

MOSSAD raporları gemide direniş olacağını varsayıyormuş. Gemide ve kaptan köşkü ve çevresinde yapılan bedeni mukavemet ve direniş ise komandolar tarafından üstlerine ‘silah kullanıyorlar’ şeklinde yansıtılmış. Bunun üzerine Ehud Barak Genelkurmay Başkanı Gabi Eşkinazi’ye her türlü ateşli silahı kullanma talimatı ve izni vermiş. Böylece silahsız yolculara karşı her türlü silahı kullanma izni alınmış. Netanyahu yurtdışında olduğundan Ehud Barak talimatı re’sen vermiş. Bu da İsrail’in sağcısı ile solcusu arasında bir fark olmadığını ve hepsinin katiller sürüsü ve kalleşlikte aynı olduğunu gösteriyor. Zira güvercin lakaplı Şimon Peres de daha önce iktidarda iken 1996 yılında Kana Katliamı talimatını vermişti. Netanyahu karşısına seçimleri kazanmak için bir katliam emri vermesi gerektiğine inanmıştı. Dolayısıyla iğneli fıçıyı bilmem ama İsrailli liderler kanlı koltuklarda oturuyorlar. İsrail nükleer silahlarının babası olan Peres gibi bir heriften başka ne beklenebilir ki? Bu anlamda Şimon Peres, Ehud Barak’ın selefi olmuştur. İsrail’de sağ ve sol kavramları ‘kim daha şahin?’ sorusunun cevabı için yarışan iki takımı hatırlatmaktadır. Yoksa hepsi aynı kazanın içinde kaynıyorlar. Sözgelimi, Şimon Peres, Şaron’un siyasi ortaklarından birisi olmuştur. Ehud Barak’ın da Netanyahu ile birlikte aynı hükümetin ortakları arasında bulunması tesadüf değildir ve tesadüfle izah edilemez.

Yaralılar gelmeye devam ediyorlardı. Yine koridorda ağır bir yaralı vardı ve biraz sonra yanında Kur’an tilavet edilmeye başlandı. Yanı başımızdaki şehit, Çetin Topçuoğlu idi ve yanında da metanetiyle birlikte eşi Çiğdem Hanım duruyordu. Eşinin sabrı ve metaneti yazıldı, çizildi. Bir başka anekdot da Adli Tıp Kurumu önünden. Bizler kan vermek ve muayene olmak için sıraya girmiştik. Arkamızda Çetin Topçuoğlu’nun eşinin oluğunu bilmiyorduk. Neyse ki tanıyanlardan birisi kendisini takdim ederek safın önüne almak istedi. Lakin o haliyle birlikte sırasından çıkmak istemiyordu. Galiba zar zor kendisine ön sıralardan yer verebildik. Şehitler arasında en fazla tanıdıklarımdan birisi İbrahim Bilgen amca idi ve onunla epey sohbet etmiştik. Kendisini bir Milli Görüş neferi olarak tanımlıyordu. Dolaşıma eski fotoğrafları verildiğinden dolayı bazı şehitleri tanımakta güçlük çekmiştim. Bunlardan birisi Fahri Yaldız idi ve Antalya’daki ilk günden itibaren kendisiyle dost olmuştuk. Haddim olmayarak bana kaç defa çay ikramında bulundu ve çay tiryakiliği arasında kendisiyle sohbet etme imkanı bulmuştuk. Çok ehl-i hizmet bir insandı ve ebediyet yolculuğu içinde bu yönüyle hep hatırlanacaktır. Döndükten sonra çokları Furkan Doğan’ı tanıyıp tanımadığımı sordu. Gemide belki karşılaşmış olabiliriz lakin hiç hatırlamıyorum.
Saat 5’e doğru yaralılar akmaya devam ediyordu. Erzurumlu dadaşlardan Canip Tunç ve Abdulhalim Almalı bunlar arasındaydı. Yolcuların arasında yaralı ve şehitlerin artması üzerine telaşlı bir koşuşturma başladı ve bir taraftan İngilizce ve Arapça imdat anonsları yapılıyor ve diğer taraftan da Hüseyin Oruç, Osman Atalay ve Bülent Yıldırım gibi İHH yetkilileri durumu değerlendiriyorlardı. Kayıp ve zayiatın artması üzerine asabi gerginlikler içinde telsizlerle gemi güvertesinde bulunanlara teslim olmaları yönünde anonslar yapıldı ve biraz sonra gemi sessizliğe büründü. Bizler biraz sonra İsrail askerlerinin içeriye girerek arama ve yoklama yapacaklarını sanıyorduk. Lakin yaptıklarına tepki olarak içeride saldırılar olabileceğini düşünerek bundan vazgeçtikleri anlaşıldı. Bu arada Nasıralı Knesset milletvekili Hanan Zubi inisiyatifiyle durumu yumuşatmaya çalışıyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi