Allah’ın sakileri
Nasıl çöl içinde vahalar varsa zorluklar içinde de kolaylıklar vardır.
Bundan dolayı Rabbimiz ‘inne mea’l üsra yüsra’ buyurmuştur. Haccac-ı Zalim döneminden sonra Ömer Bin Abdulaziz’in hilafete gelmesini Hasan el Basri, teneffüs devresi yani zorluklar arasında kolaylıklar devresi olarak görür. Aksi takdirde, iyilik indisar eder yani kaybolurdu. Fetret devresinin uzamasıyla birlikte İsrail oğullarının kalplerini kasvet bağlamıştı. Bundan dolayı çöl içinde nasıl ki vahalar oluyorsa zamanın çölleri arasında da mesut günler ve saadet günleri saklı ve gizlidir. Ömer Bin Abdulaziz’in Medine valiliğinden alınmasında Haccac-ı Zalim’in dahli olduğu söylenir. Bununla birlikte, Ömer Bin Abdulaziz, Haccac-ı Zalim’e istihlaf etmiş (yerine geçmiş) ve valiliğin ötesinde saltanat mirasına tevarüs etmiştir. Demek istediğimiz odur ki, İsrail mezalimine maruz kalan gemi de bile rahmet tecellileri ve güzellikler vardı. Güzelliklere geçmeden önce başımıza gelenleri serdetmeye devam edelim. Hanan Zubi bize hanan(müşfik) isminin tecellisiyle davrandı ve elem ve acılarımızı hafifletmeye ve dindirmeye çalıştı. Kendisini önce gazeteci zannetmiştik. Zira basın kulübüne takılıyor ve Adem Özköse de kendisiyle birlikte zaman zaman sohbet ediyordu. Meğer hem gazeteci hem de Knesset’te vekil imiş. İsrail askerleri ile gemi yolcuları ve personeli arasında iletişim sağlamaya çalıştı. Özellikle de esaret altına alındığımız geri kalan yolculuğumuzda bazen İsrail askerlerinin talimatlarını iletti. Lakin sadece Knesset’te değil gemide de tamamen bizim yanımızdaydı. Üzerimize titriyordu. İsrail askerlerinin bazı yaralıları infaz etmesini de engellediği söylenmekte. Bu söylenti değil bir gerçek. Çıkarma sırasında dizi parçalanan Osman Çalık İsrailli askerin silahını ikinci kez doğrultması karşısında Hanan Zubi’nin çığlıklarıyla Allah’ın izniyle muhakkak görünen bir ölümden kurtulur.
*
İsrail askerlerinin bize nasıl muamele edeceğini bilmiyoruz. Lakin KKTC asıllı İngiliz vatandaşı bir arkadaşın tercüman olarak tensibinden sonra özellikle yaşlıların öne doğru gelmesi istendi. Tek sıraya girmemiz de isteniyordu. Herkes ellerini başlarına koyarak tek sıra ilerliyordu. Geride sadece ölü ve yaralıları bırakmıştık. Bu arada geminin içinde de şehit cenazelerinin şişmemesi için morga kaldırılması isteniyordu. Ve bu husus Malezyalı doktora ve benzerlerine aktarıldı. Yanlış hatırlamıyorsam, saat 08 sularında askerler ikinci katın güvertesinin kıç bölümünde arama tarama ve plastik kelepçe takma merasimine(!) başlamışlardı. Sırayla ve teker teker güvertenin gerisine doğru ilerliyorduk. Sıram geldiğinde denilen vaziyette ileri doğru ilerledik. Güverteye çıktığımda birkaç maskeli asker gördüm. Aralıklarla güverteye dizilmişlerdi ve gelenleri birbirine gönderiyorlardı. Sevk edildiğim asker üzerimi aradı, pasaport ve paralara baktıktan sonra elimi sıkı bir biçimde plastik kelepçe geçirdi. Sonra yukarıya çıkmama işaret ettiler. Yukarıya çıktım baktım güverte doluydu ve bizim daha önce Kafe Gazze tabir ettiğimiz canlı yayın bölümündeydik. Üzerimizde ise helikopterler adeta geçit töreni yapıyorlardı. Baktım gönderildiğim yerde benden başkası yok. Tek başıma olunca nereye gittiğimi merak ettim. Beni güvertedeki sandalyelerin birisinin üzerine iliştirdiler. Lakin arkadan gelenleri de benim yanıma getirdiklerini gördüm. Güvertedeki bizim bölüm de dolmaya başlamıştı. Bizi sandalyelerin üzerinden aldılar ve yere dizdiler. Biraz sonra balık istifi olmuştuk. Saat 08 sularından sonra güverte tamamen ısınmaya başlamıştı.
*
İsrail askerleri bulunduğumuz mevkiye çıkarma yapmışlar ve Cevdet Kılıçlar gibi arkadaşları gadr kurşunlarıyla burada şehit etmişlerdi. Yanımda Faslı bir arkadaş daha vardı ve önce Türkiyeli sandım. Sonra Faslı olduğunu söyledi. Biraz yan tarafta bıçkın Amerikalı canlı kalkan O’Keefe bulunuyordu. O’Keefe pek de yerine oturmuyordu. Atletik yapılıydı ve İsrailli askerlerin gözüne batıyordu. Bir iki defa hafif yollu tartakladılar. Yerine oturtmaya çalıştılar. O ise yerinde duramıyordu. Çevremizde pür teçhizatlı ve pür silahlı İsrail donanmasını görüyorduk. Zodyaklar etrafta cirit atıyordu. Sanki İsrail cihan harbinde gibiydi. Helikopterlerin biri kalkıyor diğeri iniyordu. Neden, sık sık helikopterlerin geldiğini merak ediyorduk. Meğer yaralı taşıyorlarmış. Lakin üzerimize su boşaltıyorlardı. Bu da bir çeşit işkence türü idi. Su boşaltmaları bize ve özellikle de alt kattakilere de zarar veriyor. Tuzlu suyun, mızrak boyu yükselen güneş şualarıyla buluşması nedeniyle derilerimiz iyiden iyiye yanıyordu. Yolculuk sonrası derilerim kalktı ve döküldü. Bu fiziki ve manevi bir işkence idi.
Çöller içinde vahalar olduğuna işaret etmiştik. Bazen kabz halinde de insan gönlünde çöller yaşanmaktadır. İmam Rabbani seyri sülükü anlatırken salikin gönül çöllerini geçtiğini ve sonsuzluk vahasına ulaştığını söylemiştir. İmam Rabbani bu anlamda seyri sülükü kalp çölleri asında vuslat yolculuğu olarak tanımlar. Biz de çöle dönüşen deniz ortasındaki esaret yolculuğunda vahaya benzer haller gördük ve yaşadık. Tafsilatına girmeden önce Mevlana’nın sözleriyle bir girizgah ve mukaddime yapmak isterim: Aşıklara ölüm yok ki, yasa, derde düşelim. Zaten benim müridim ölmez, zira Ab-ı Hayat içmiştir. Kimin elinden biliyor musun? Nimetleri bol olan Allah’ın sakileri elinden.
Vasıl veya aşık, çölleri aşıp da gelendir.
Allah’ın sakilerini 26 Haziran tarihinde Halep’te yapılan panelde de uzan uzadıya anlattım. Gemide Allah’ın üç sakisi vardı ve onları da bir sonraki satırlarda anlatalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.