Gazeteci öldüren rejim
Hasan Fehmi’yi Galata Köprüsü’nde vurdular... Ahmed Samim’i Bahçekapı’da, Nimet Abla Gişesi’nin yakınlarındaki börek fırınının önünde...
Hayır, Kızıl Sultan’ın devr-i istibdadında değil.
Sultan “hal edilmiş”, istibdat rejimi sona ermiş, memlekete “hürriyet” gelmişti.
Ama bu kadar hürriyet de fazlaydı.
Hemen Abdulkadir diye birini buldular... En az Kılıçdaroğlu’nun Parvus Efendi’si kadar “değerimiz” olmayı hak eden bir İttihatçı... Kara kuru, suratsız, meymenetsiz bir herifti. İttihat ve Terakki Fırkası’nın tetikçi kadrosundandı. Gazetecileri temizleme işini bu adama havale ettiler. Sonra Ankara’ya vali yaptılar. Sonra da, niyeyse, astılar.
Partiler “tetikçi” istihdam ederdi eskiden...
Ben “partiler” diyorum, siz “parti” anlayın. Bağrından birçok “ilerici parti” çıkarmış İttihat ve Terakki Fırkası’ndan söz ediyorum... Bu fırkanın bir reisi vardı, bir idare heyeti vardı, bir saymanı vardı, mebzul miktar delegesi vardı... Bir de “tetikçileri” vardı.
Bu tetikçiler hem gözü karaydı, hem de şapşaldı.
Şapşal oldukları için sık sık yanlış hedefe yönelirlerdi. Mesela, Mustafa Kemal’e niyetlenirlerdi, konuyla alakasız bir İtilafçı’ya değerlerdi. Hüseyin Cahit’e niyetlenirlerdi, Hasan Fehmi’ye değerlerdi... Böyle çok adam öldürmüşlerdir.
Bu tetikçilere hedef ve istikameti belki de Parvus Efendi tayin ederdi.
Belki silahları da o bulurdu, bilemiyorum...
İttihat ve Terakki’yi Alman çıkarları lehine “enforme” eden Parvus Efendi bir Alman ajanıydı, aynı zamanda silah ticaretiyle uğraşırdı, aynı zamanda sosyalistti, aynı zamanda İttihatçıların akıl hocasıydı. (Bu Parvus Efendi’yi Kılıçdaroğlu “değerlerimiz” arasında sıralamıştı. Parvus’u zikretmeyen Erdoğan’ı da “kadirbilmezlikle” suçlamıştı.)
Hasan Fehmi ve Ahmet Samim’i “vakitlice” göndermiş, kurtulmuşlardı.
Bir de “vaktini aşırdıkları” vardı. Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Zekeriya Sertel, Arif Oruç gibi...
Sabahattin Ali’yi, güya Bulgaristan’a kaçarken sınırda kıstırıp öldürmüşlerdi. Nazım Hikmet ve Kemal Tahir’i zar zor deliğe tıkabilmişlerdi. Arif Oruç’u “son anda” ellerinden kaçırmışlardı. Zekeriya Sertel’in matbaasını parçalayabilmişlerdi.
Bu “matbaa parçalama teşebbüs-i vatanperveranesinde” adı sonradan “solcu”ya çıkmış bazı vatan evlatları da vardı. Biri ünlü “Baasçı” bir ağabeyimizdi: İsmi Madanoğlu cuntası ve Ergenekon olayına karıştı, içeri alındı, sorgulandı... Biri sonradan general Sıtkı Ulay’la birlikte sosyalist bir parti kurdu. Biri “sağcı” kontenjanından DP’lilere yanaştı, “su müdürü” oldu, DP’nin devamı sayılan bir partide genel başkanlığa, başbakanlığa, nihayet cumhurbaşkanlığına yükseldi. Sıkı ve sahih bir İttihatçıdır. 28 Şubat darbesinin tamama ermesinde de büyük emeği vardır.
Hasan Fehmi’yle başlayan süreç, Hrant Dink’le son buldu.
Dileriz son bulmuştur.
Çünkü Balyoz İddianamesi, sürecin Hrant Dink’le sona ermeyeceğini söylüyor. Sırada bazı İslamcı ve liberal yazarlar varmış. Demek ki derin rejimimiz hayatiyetini gazeteci öldürerek sürdürebiliyor.
Uğur Mumcu böyle gitti... Abdi İpekçi, İlhan Darendelioğlu, Ümit Kftancıoğlu, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı böyle gittiler.
Bundan sonra böyle gitmesin bari...
Kardak kahramanlarına destanlar yazan gazetelerimiz, şu “gazeteci cinayetleri”ne de eğiliversinler bir zahmet...
Enis, İsmail, Tayfun... Size söylüyorum... Gizlenmeyin arkalara!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.