Ne zamana kadar kaçacaksın?
Kaçacak” dedim, inanmadınız... Hatta küfrettiniz... Dün posta kutum, Kılıçdaroğlu taraftarlarının en hafifi “s” ile başlayan küfürleriyle doldu taştı...
Küfürleri sahiplerine aynen iade ediyor ve konuya dönüyorum.
Nerden mi biliyordum kaçacağını?
Değerli Kılıçdaroğlu’nun (ve tabii CHP’nin) şanlı tarihi “mevzun kaçışlarla” doludur da, oradan biliyordum.
Dersim gafından (daha doğrusu itirafından) sonra, Onur Öymen’in istifa etmesi gerektiğini söylemişti. Bastırmıştı hatta...
Sonra fikrinden caydı.
Belki de kendisiyle çelişmemek adına caydı. Bilemiyorum...
İstifa diye tuttursaydı, diyeceklerdi ki, “İyi de birader, Onur Öymen’in Dersim konuşmasını hararetle alkışlayanlardan biri de sendin, bu istifa lafları da nerden çıktı?”
Dediler de...
Bunu ben de dedim... “Hem konuşmayı alkışlamak, hem de istifa diye tutturmak... Nasıl oluyor bu?”
Bereket hatasından döndü, en azından “çelişkiye” düşmemiş oldu.
Kılıçdaroğlu’nun dönüşleri ünlüdür.
Devri iktidarında “başörtüsü sorununu çözeceklerini” söylemişti. Radikal gazetesi de bunu manşet yapmıştı.
Ertesi gün çark etti: “Hayır, ben onu demek istemedim. AİHM, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararları var. Siyasetçiler istismar etmezse, başörtüsü sorunu kendiliğinden çözülür. Bunu demek istedim...”
Bir “dönüş” de “Kürt Raporu” konusunda yaşandı.
Biliyorsunuz, daha önce hazırlattığı iki adet rapora sahip çıkmayan CHP, yeni bir “Kürt Raporu” hazırlaması kaydı şartıyla, bir “Doğu ve Güneydoğu Komisyonu” oluşturmuştu.
Bu komisyon Doğu ve Güneydoğu illerini dolaşacak, bölge halkını dinleyecek, partililerin önerilerini alacak, oturup şahane bir “Kürt Raporu” hazırlayacaktı.
Rapor için bir “ön taslak” sunuldu komisyona.
Taslakta, “anadilde eğitim”den “Öcalan’a ev hapsi cezası”na, bir dizi yeni öneri vardı.
Ne olduysa, bu öneriler kamuoyuna faş edildikten sonra oldu.
Bu köşeyi izleyenler bilecektir.
Demiştim ki, “Daha önce başkalarına hazırlattığı, dolayısıyla sahiplenmediği raporları reddeden CHP, bu kez kendi raporunu reddedecektir... Reddetmezse dişimi kıracağım.”
Reddetti.
Hem de üzerinden 24 saat bile geçmeden...
Ben dişimi kurtardım ama olan değerli “Kılıçdaroğlu’nun itibarına” oldu...
Kılıçdaroğlu’nun son “dönüş”üne iki gün önce tanık olduk. Hatırlarsanız, hükümeti sıkıştırmak için, “Darbelerle hesaplaşmak istiyorsanız ve kararınızda samimiyseniz 35. maddeyi değiştirirsiniz” demişti.
Hükümetten, “Getir teklifini, değiştirelim o halde” cevabını alınca bir kez daha çark etti ve “Bizim Meclis’te çoğunluğumuz yok... Sen getir, sen değiştir... Biz de destekleyelim...” demeye başladı.
İki gün...
Hepi topu iki gün sürdü demokratlık gösterisi.
Madem 35. maddeden bu kadar şekvacısın ve değiştirilmesini istiyorsun, getirirsin teklifini, genel kurula sunarsın... Muarızından gerekli desteği alamıyorsan, çıkar konuşursun, “Bunlar samimi değil, bunların ipiyle kuyuya inilmez” filan dersin...
Ne teklif getiriyorsun, ne de fikrinde sabit duruyorsun...
Üstelik bir de “tatmin eden bir değişiklikse...” diyerek, kaçış yolları arıyorsun.
Madem öyle, “tatmin edici” olanını sen
getir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.