Temel ve türev
İslamiyet Hıristiyanlık gibi sadece ahlaki boyuttan ibaret değildir. Hazreti Peygamber (S.A.V.) Hazreti Musa gibi ‘sahibi kadip’ yani kılıç sahibidir. Dolayısıyla siyaset ve hukuk onun mucibatından ve gereklerindendir. Lakin siyaset temel midir, yoksa türev midir? Ya da altyapı mıdır yoksa üst yapı mıdır? Hadislere baktığımızda "Benden sonra hilafet 30 yıldır” buyrulmuştur. Dolayısıyla siyaset türev değil de temel olsaydı -dinin kemale ermesine bağlı olarak - herhalde hilafetin devamlılığı esas olmalıydı. Hazreti Hasan dönemiyle birlikte raşid halifeler dönemi 30 yıl devam etmiştir. Sonraki hilafet dönemleri ise raşid değil nakıs halifeler ve hilafet dönemidir. Lakin hadislerde ısırıcı sultanlar ve ceberut saltanat dönemlerinden sonra nübüvvet eksenli ve metotlu gerçek bir hilafet döneminin yeniden geleceği müjdelenmiş ve haber verilmiştir. Bununla birlikte, sahih hadislerin en azından son dönemdeki hilafete kadar gerçek hilafetin 30 yıl olacağını haber vermesi siyasi meselenin ana eksen değil, tali bir mesele olduğunu ortaya koymaktadır. Hadislerde ayrıca Kur’an ile sultanın yani otoritenin ayrılacağı ve ilk önce İslami hükmün ortadan kalkacağı ve son kalkan İslam rüknü ve nişanının ise namaz olacağı haber verilmiş ve beyan edilmiştir. Bunlar göstermektedir ki, İslam’da siyaset elbette vardır lakin İslami değerler hiyerarşisindeki yeri merkezi değildir. Lakin Hizbu’t tahrir, ‘yöneticiler namaz kılmaya devam ettikçe onlara ilişilmez’ yönündeki eserleri ve hadisleri tevil ediyor ve buradaki namazın hüküm olduğunu söylüyorlar. Bediüzzaman ve Ebu’l Hasan en Nedevi, molla Ramazan gibilerine göre ise İslamiyetin merkeziyetinde ahlak, ibadet ve fazilet vardır. Gazali’nin deyimiyle siyaset bunları gözeten ve kollayan bir üst kurum ve makamdır.
•
Siyaset merkeze alındığında ise anakronik yorumların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu durumda sadece nakıs halifeler değil de bu döneme şahit olan ulema ve süleha ve genel olarak da İslam tarihi tezyif edilmekte ve suçlanmaktadır. Bu da aktüel tekfircilikten maada tarihin tekfirciliğini de beraberinde getirmekte ve ortaya çıkarmaktadır. Cemaatü’l Müslimin veya devletin taktığı adla el Hicre ve’t tekfir grubu da inhisarcı ve tekelci anlayış ve görüşleri nedeniyle ilk üç asırdan sonraki dönemi tekfir etmişlerdir. Mevdudi buna tevessül etmese bile netice itibarıyla parlak İslam tarihini tezyif etmiş ve karalamıştır. Ebu’l Hasan en Nedevi ise ‘İslam’ın Tarih Yorumu’ kitabını Mevdudi’nin görüşlerine atfen kaleme almış ve İslam tarihi, suçlamalarından aklamaya çalışmıştır. Bu bağlamda, Vahidüddin Han da çeşitli kitaplarında Mevdudi’ye güçlü tenkitler yöneltmektedir. Elbette tarih noktasında toptan aklama yanlış olduğu gibi toptan karalama da aynı şekilde yanlıştır. Tarihi silsile içinde ilk dönem Şiileri olarak bilinen Hazreti Ali taraftarları yapmasa da İmam Zeydi’yi de reddeden sonraki süreçteki Rafizi ismiyle anılan zümreler Hazreti Ali’yi merkeze alarak sahabeleri reddetmeleri gibi Mevdudi gibi siyaseti merkeze alanlar da İslam tarihini mecburen tezyif etmektedirler. Siyasi beklentilerinin yüksek olması nispetinde eleştirileri de katı olmaktadır. Bu bağlamda merhum Mevdudi ibadeti bile siyasi ve ideolojik zaviyeden okumuş ve yorumlamıştır. Peygamberlerin misyonunu da siyasi metodu çerçevesinde yorumlamıştır. Elbette bir kul peygamber olmak istemesine rağmen Peygamberimiz aynı zamanda bir hükümdar peygamberdi. Bununla birlikte onu ‘Cihan önderi; en büyük devrimci’ olarak takdim etmek, onun misyonunu başkalarının kavramlarıyla ve salt siyasi veya seküler kavramlarla tanımlamak olur. Merhum Mevdudi’nin siyasi anlayışı bunu getirmektedir. Lakin bununla birlikte görebildiğim kadarıyla Hizbu’t tahrir’in bu hususta Mevdudi gibi tarihi bu denli yargılamasına rastlanmamaktadır.
•
Siyasetin temel değil türev olduğuna inanan ve eserleriyle bunu ortaya koyan alimlerden birkaçı Bediüzzaman Said Nursi, Allame Nedevi ve Faslı merhum Ferid Ansari gibi isimlerdir. Esasında, kendilerini ‘siyasal İslamcı’ diye tanımlamakta bir beis görmeyen çevrelerin görüşleriyle din adına maneviyat ve ahlakı esas alan ve temel yapanların görüşlerini serin kanlı olarak mukayese etmeli ve tartışmalıyız. Siyaseti türev olarak gören Bediüzzaman bir eserinde şunları söylemektedir: “Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler” (Divan-ı Harb-i Örfi, 1993, s. 28). Burada belki itiraza medar bazı hususlar serdedilebilir. Sözgelimi, siyasi ve ahkamla ilgili ayetlerin pekala yüzde 1’den fazla olduğu söylenebilir. Zira, usulcüler ahkam ayetlerinin 250 civarında olduğunu ortaya koyuyorlar ve bu da bu nispetin izafiliğini ortaya çıkarmaktadır. Bir de meseleyi aritmetik zaviyeden ele almak da doğru olmaz. Sözgelimi, Kur’an’da ahlak bir yerde geçmesine rağmen Kur’an ruhu ahlakla meşbudur. Bir de siyasi hukukun tatbikini sadece ulu’l emre terk etmek de çok uygun görünmemekte ve sahabelerin hazreti Ömer’i muhasebeye çekme örneklerinde olduğu gibi uygulamalara da ters düşmektedir. Kaldı ki, Bediüzzaman da zamanın sultanlarına çıkışmış ve onlara ihmal ettikleri görevleri hatırlatmıştır. Bununla birlikte, verdiklerine örnek gözüyle bakmak gerekir. Önemli olan buradaki ana fikirdir ve ana fikir de siyasetin türev olmasıdır. Bunun en büyük kanıtı İslam tarihinin kendisidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.