Ramazan’ın târif ahvaline dâir bir mektup
(Tasvir-i Efkâr nomero 452/11 Ramazan/1282) Aşağıdaki yazı; 148 hicri sene, milâdi olarak da 1865’de yâni milâdi sene olarak da, 145 sene evvel neşredilmiştir. Çok büyük bir ihtimal ile basın aleminde önemli bir mevkıi sahibi olan Ebuzziya familyasının Müntehabat(seçmeler)ından Şâir Namık Kemal Bey’e ait bir makaledir. Bunu neşretmekteki maksad-ı aslimiz, terk etmekte devam ettiğimiz lisanımızın nereden nereye geldiğini hatırlatmak ve günümüz de sorduğumuz eski Ramazanlar sorusunun o dönemlerde de gündem de olduğunu hatırlatmaktır. Galip ihtimaldir ki, gelecek hafta da devam etmemiz gerekecek. M.H):
“Bizim şu dünya da, misli görülmemiş olan şehrimizi(İstanbul) az bir müddet de olsun azıcık görmüştünüz. Zevk-u temaşası hatırınızdan çıktı mı? Elbette çıkmamıştır. Hiç boğaz içinin letafetinin unutulması kâbil mi? Otağlarının sâfâsı nedir? Nazar(bakış)edenlerin hayatına bir başka hayat ilâve ediyor! Arasından cereyan eden ab-ı(su)revanümâdır, yoksa ömrü şitaban mıdır(ömür koşusu mudur)? Fark olunmaz. Siz o sâfadan dilsitan olduğunuz için tafsilatı zaideye lüzum görmem. Fakat memleketimizdeyken Ramazan ayına tesadüf edememiştiniz. Bu münasebetle bâri Ramazanlı İstanbul ahvaline dâir biraz malumat vereyim. Ekserisi şâyan-ı istihzadır amma yine de dinlenir zannederim.
Bu sene kamer, Kânunevvel’in(Aralık)25. Pazar gecesi dokuz saat kırkbeş dakikada karan(yakınlaşma) etmişti. Fakat şer’an bidayet-i siyam-ı rüyet hilâle meşrut olduğundan, Ramazan tabiatıyla Pazartesiye kaldı. Geçen sene ise karan Çarşanba gecesi vukuu bulmuşken şahidlerin ihbariye hırsıyla gözleri ziyadece açılarak hilâli gurubundan sonra görmek gerektirdiler ki Ay Çarşanba’dan itibar olunmuştu. Her ne hâl ise, Ramazanın birinci günü hava pek karlı idi. Mubarek yüzünün akıyla geldi. Amma ne kadar soğuk olsa siyam(oruç) haliyle tabii ki evlerde kalınamadı. Hepimiz sokaklara döküldük. Fakat açlıktan biribirine saldıran tiryakilerin cidalinden başka bir şey göremedik. Bir de akşam üzeri tütüncü dükkânlarının kalabalığı oldukça şâyan-ı temaşa idi. Malumdur ki, tütüne Ramazanda ekmekten çok itina olur. Dünya da böyle pek çok ihtiyac-ı gayri tabii vardır ki, tabii ihtiyaçlara galebe çalmıştır. Meselâ, tahsili mansıp da rütbe elde etmek olduğu gibi Ramazan günlerinde burada bütün ahali câmilerdedirler. Câmilerin başında Bayezid, 2.si Fâtih, 3.sü olan Ayasofya pek kalabalık olur. Geçen seneden beri vükelanın rağbeti üzerine, Nur-u Osmaniye’de de ahali toplanıyor.
Şurasını mateessüf beyan edeyim ki, birtakım bed-i diniyenin, sünen-i diniyeye galebesi kabilinden olmak üzere camiler seyyiat hükmüne girmiştir. Herkes câmie vaaz veya hafız dinlemek için gelir. Amma yüzde biri ne vâizin ne hafızın yanına uğramaz. Herkes de halka halka toplanırlar. Câmide lüzumsuz söz söylemek şeriatın men ettiği hususaattan olduğu halde kahvelerden çok türrehat üretilir. Gelip geçen gençlere mütesellitane ile vakit geçirirler.
Birtakım esafil(sefiller) de pabuççuya onpara vermemek için papuçlarını ellerine alarak şuna buna sürünerek nezafet-i şeriye’yi ihlal ederler. İki sene evvel kimseden pabuç parası istenmemek üzere papuççulara maaş tahsisi yapılmış ve kundura ile câmie girilmesi men edilmişti. Hayfa ki, bu usûlün dahi birtakım yardımcı tedbirlerle yaklaşım da artık hatıralarda kaldı. Hele dilencilerin verdiği rahatsızlığa katlanacak takat kalmadı. Mescid de, şer’an tasadduk da memnudur. Hâl böyleyken irili ufaklı birçok arsızlar ellerine ya imsakiye veyahut (bir makamın cinneti ola)bir kağıdı alıp tahsildar tavrıyla rast geldiklerine musallat olurlar beş on parasını alıp da günaha uğratmadıkça yakasından ayrılmazlar. Dilenciler; şeriat ve medeniyetin hilafında olarak ülkemizde mevcut olan rezailliğin birincilerindendir. Hiç kimse bulunmaz ki, bunlardan şikâyet etmesin. Hiç kimse de bulunmaz ki, izale edilmelerine himmet göstersin.
Gelelim vâiz efendilerin hâline: vakıa bunların içinde tebeyün-ü ahkâmı din eder, yâni dinin hükümlerini açıklayan ulemadan zevat vardır. Fakat ekserisi geyik hikâyesi ile imrarı vakt eder. Bu zaman-ı marifet de, öyle birtakım eser sahiplerine kulak mı verilir? “Nasıl bu tâze maarifle eskiler alalım?” Vâiz mürai alimdir. Öyle bir vazifenin icraası halkın ve zamanenin ihtiyacına ve ahkâm-ı diniyeye ve âdab-ı umûmiyeye vakıf olan zatlara hasr edilse ne derece faydabahş olacağı tarif edilemez. Vaazlar dinlenmiyor ki, halk işittiğine itibar etsin. Hafızlar bu kabilden değildir. Hele Nur-u Osmaniye de, üç hafızlar vardır ki, bülbüller gibi niamatı hâlat-ı efzalarıyla gönülleri gülistân-ı safa etmededirler. Ne yazık ki onlar da herkesi lâklakadan men edecek kadar celbe rağbet edemiyorlar. Velhasıl câmideki kurulan halkaları teşkil men edilse ve cemiyet-i ahbab içinde lakırdı ile vakit geçirmek istiyenler için münasip yerlerde bir iki tane mecmua-yı mahsus tahsis edilse âdab-ı diniyeye pek büyük bir hizmet edilmiş olur. Efkâr-ı(düşünceye) serbestiye meyelânınızı bildiğim cihetle şurasını özellikle ihtar ederim ki, mülahazat-ı meşruhay-ı taassuba hâl buyurmayınız. Bu malumdur ki, hükümetçe insan ne kadar serbest tutulsa yalnız vijdanında muhtar bırakılabiliyor. Yoksa âdab-ı mevzuaya mugayir efâl de, hiçbir vakit mesuliyetten beri kalamaz. Serbest-i efkârın derece-i intihasına, yâni düşünce hürriyetinin en üst seviyesine varan mütemeddine de vakıa herkes mezhebince bir kayıt ile mukayyet değildir. Fakat eyyam-ı mevakı-i diniye, ahkâm-ı dinin bütün bütün hilafında istimal(kullanma) olunmak hiçbir yerde câiz görülmez. Dünya da, Amerika’dan serbest memleket yoktur. Orada bile Pazar günleri arabaların gürültüsü halkın ibadetine mâni olmamak için sokaklara zincir gererler.
Biz yine sadedemize gelelim: Ramazanın 3. günü bulutlar sıyrılarak ufkumuzda ziya-ı şemsin(güneşin ışığı) açıldığını gördük. Memleketimizin itidal havası herkesin gıpta edeceği bir hâle geldi. Ondan sonra geceleri de evlerde durulamamağa başlanmıştır. Fiemanillah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.