Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Halife, führer midir?

Halife, führer midir?

Araplar karizmatik şahsiyete ‘el kaid el mülhem’ derler. Esasında Hazreti Ömer gibi şahsiyetler, gerçekten de hadis diliyle ilhama mazhar halifelerdir. Bununla birlikte, karizmatik lider dendiğinde astığı astık ve hesap vermeyen lider de akla gelmektedir.
Şüphesiz karizmatik liderler çığır açan liderlerdir. Hazreti Ömer bu anlamda gerçekten de zamanın ruhunu kavramış bir halifedir. Bu anlamda tam da Akif’in hayal ettiğini gerçekleştirmiş ve asrın idrakine İslâm’ı söyletmiştir. Bu İslâm’ı zamana uydurmak değildir. Zamanla Kur’an iklimi arasındaki münasebeti yakalamaktır. Genellikle karizmatik şahsiyetler başlarına buyruk olurlar ve bu açıdan da dünyanın başlarına bela olmuşlardır.
Cengiz Han, Lenin, Stalin, Hitler bu liderlere örnek şahsiyetlerdir. İslâm dünyasında da bunların mukallitleri türemiştir. Nasır tipli modern liderler bunlara örnektir. Bunlar için sokaktaki kalabalıklar kendilerinden geçmiş bir halde ve hançerelerini yırtarcasına ‘ez zaim el evhad- tek lider’ sloganı atarlar. Bu bağlamda, Takiyüddin Nebhani halifenin lider/zaim olmadığını, onun başkan olduğunu söyler. Zira, lider tabir caizse müstesna bir fıtratın parçasıdır. Nebhani’ye göre ise halife liderden ziyade başkandır. Kendisi ümmetin nazırıdır. Müslümanlar da kendisine murakıptır. Esasında elbette ki halifede liderlik vasıfları bulanabilir. Doğuştan kazanılmış yetenekler, halife olmasına mani değildir belki de başarısını artırır. Lâkin lider de olsa halife, iki kayıtla mukayyettir. Bunlardan birisi işlerini şura ile görmesidir. Bu otomatik olarak şura kararlarının infazcısı anlamına gelmez. Zira, Hazreti Peygamber (s.a.v) şuraya riayet etmesine rağmen Hudeybiye’de tersini yapmıştır. Hazreti Ebubekir de (r.a.) ridde konusunda sahabeleri dinlememiş ve sonuçta haklı çıkan da kendisi olmuştur.

Şuranın bağlayıcı olup olmadığına dair iki görüş vardır. Mülzim, yani bağlayıcı diyenler halifenin, şuranın görüşleriyle hareket etmesi gerektiğini söylerler.
İkinci grup ise mu’lime, yani yol gösterici olduğunu söyler. Halifenin tercih hakkı olduğunu kabul ederler.
Halifeyi bağlayan ikinci kural ise kayıtsız diğer liderlerin hilafına, Kur’an ve Sünnete ittiba ile mükellef olmasıdır. Evet, Kur’an ve Sünnet ekseninde geniş bir hareket alanına haizdir ve lâkin keyfî değildir. Mizacına göre hareket edemez. Şura ile hareket etmesi, Kur’an ve Sünnete bağlı olması sebebiyle Nebhani onu diğer liderlerden ayırır.
İmam Gazali, fıkhı dünyevi ilimler arasında sayar. Takiyyüddin Nebhani de hilafeti aynı şekilde Ehl-i sünnet anlayışı doğrultusunda dünyevi mansıp ve makamlar arasına sokar. Bundan dolayı hata ettiğinde azil yolu açıktır. Bu yönüyle hilafet, Şia’daki imamet anlayışından ayrılır. Bundan dolayı da hilafet ilahi devlet değildir ve beşeri devlettir. Uygulamış olduğu hukuki sistem ilahi kaynaklı olmakla birlikte beşeri içtihatların da payı olduğundan yanılma payı vardır ve tashihe açıktır. Nebhani’de kesinlikle, Suruş gibi post modern bir hukuk veya tefsir anlayışı söz konusu değildir. Abdulkerim Suruş post modern bir anlayışla Kur’an tefsirlerini ve fıkhi içtihatlar bütününü elinin tersiyle iterek yanılma paylarının bulunması üzerinden hepsini kutsiyetten arındırır. Geleneksel muhattie ve musavvibe anlayışının dışına çıkar. Bu durumda, Kur’an ve Sünneti esas alan yorumlarla hiçbir şekilde Kur’an ve Sünneti referans almayan yorumlar eşitlenmiş olur. Halbuki, içtihatlarda yanılma payı olsa bile Nebhani’nin deyimiyle orada delil şüphesi (delilu şüphe/karine) vardır. Yani me’hazı ve dayanağı kudsi ve ulvidir. Suruş’un yorumları tamamen kutsilikten arındırmasıyla, referanslarda merkeziyet de bırakmıyor.

Pavlos anlayışı ise Suruş’un zıt istikametinde gider ve ilahi irade ile kader planında seçilen yöneticilerin ilahi yöneticiler olduğunu düşünür.
Pavlos anlayışı realizmin idealize edilmesidir. Halbuki, kader planında seçilmiş olmak illa da olumlu bir seçim anlamına gelmez. Ehl-i sünnetin kanaati, Allah’ın iradesi ile rızasının farklı oluşudur. Bu iki sıfatı birbirine karıştıranlar ebetteki şeytan ile Cebrail’in mahiyetini birbirine karıştıracaklardır. Bu durumda keza Haccac ile Ömer Abdulaziz’i birbirine karıştırmak işten bile değildir.
Nebhani’ye göre, İslâm devletinin en önemli iki görevi, İslâm ahkamını tatbik etmek ve gayrimüslimlere de İslâm davetini götürmektir. Nebhani’ye göre, cihad halife ile kaim değildir, onun yokluğunda da gerçekleşebilir. Bir diğer anlayışı da cihadın münhasıran kıtal anlamına geldiğidir. Bunda ulemadan ayrılmaktadır ve bu görüşünde ulemanın deyimiyle kaydı ihtiraz vardır. Kital, cihadın sadece cüzlerinden ve türevlerinden birisidir. Cihad, Allah’ın kelimesinin yücelmesi için gayret ve çaba göstermektir. Bu kitalle de olur, kitalsiz de. Zira hadislerde cihad, kitalin dışında çok kapsamlı olarak anlatılmaktadır.
Esasen yüzyıllardır hilafet meselesi tartışıldığı gibi manevi mürebbi anlamında zamanın şeyhten yoksun olup olamayacağı da tartışılmıştır. Keza zamanın mutlak müçtehitten yoksun olup olmayacağı da tartışılan alanlardan bir diğeridir.
Nebhani, Abbasi ve Osmanlı örneklerinden yola çıkarak halifenin eteklerini orduya kaptırmamasını da tavsiye eder. Nebhani’nin yalnız kaldığı bir başka husus ise gayrimüslim devletlerle askerî ittifaklara karşı çıkmasıdır. Halbuki, son dönemde Osmanlı, Almanya ile birlikte harbe girmiştir. Ötesinde Ankara Savaşı’nda Yıldırım Sırplarla ittifak yapmıştır. Bunlar kural olmayıp örneklerdir; lâkin Nebhani’nin dışında bu sınırlamayı savunan ulemaya da rastlanmamaktadır. Keza Nebhani’nin Daru’l İslâm ve Daru’l Harp anlayışı da sıkıntılıdır. Portekiz gibi Müslüman olmayan bir ülkede İslâmî rejim ve ahkâm uygulanıyorsa, onlara göre orası pekela Daru’l İslâm’dır. Lâkin Suudi Arabistan gibi bir ülke tamamı Müslüman olsa da yöneticileri gayrimüslimlere dayandığı müddetçe Daru’l Harp’tir. Bu tanım bağlamında Nebhani’ye göre, İspanya ile modern Türkiye arasında hiçbir fark yoktur. Halbuki, bir yeri, İslâm yurdu yapan şeair-i İslâmiyedir. Yani bir yerde ezan ve benzeri İslâm sembolleri yaşıyorsa, orada İslâm da yaşıyor demektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi