Başbakan Erdoğan bu darbeyi önleyebilir mi?
Anayasa referandumunun sonuçları elbette uzun süre ve bütün detaylarıyla tartışılacak. Her siyasi parti, kendi pozisyonunun bu sonuçlara göre tartacak ve yeniden belirleyecek. 2011 seçimlerine bu tartışma sonrası belirleyebildiği stratejiyle hazırlanacak.
Özellikle muhalefet partilerinin; kendileri için dramatik bir gösterge olan sonuçlar üzerinde dururken, sadece "hayır" demenin Türkiye'de yeterli karşılık bulmadığını, "hayır"dan sonra yeni bir şey söylemek zorunda olduklarını, bu kampanyada bunu yapamadıklarını görmeleri gerekecek. Bir taraftan "ileri demokrasi" tartışmaları, yeni anayasa tartışmaları yapılırken diğer taraftan öfke ve korkuya dayalı ama içi boş ideolojik karşıtlığın kendileri için siyasi gelecek vaat etmediğini anlamaları gerekecek.
Mesela; referandumdaki tavrının MHP'ye nasıl bir siyasi kazanç sağladığı, partinin aldığı pozisyon ve oylama sonucundan ne elde ettiği konusunda hiçbir fikrim yok. Bu sorunun cevabını en başka MHP'liler'in kendilerine sormaları, bir özeleştiri yapmaları, en azından genel seçimlere hazırlık açısından çok önemli görünüyor.
Mesela Güneydoğu'da BDP'nin boykotu yüzünden sandığa gitmeyenlerin hepsinin bu partiye destek verdiği söylemi gerçeği yansıtmıyor. Aslında BDP'ye karşı olup korku yüzünden, sandık müşahitlerinin fişlemelerinden çekindikleri için seçime katılmayan ciddi bir kitle olduğu ortada. Dolayısıyla, oylamaya katılmayanların hepsinin BDP'li olduğu sonucu gerçeği yansıtmıyor.
Yine Büyük Birlik Partisi ve Saadet Partisi'nin kampanya ve sonuçlara etkisinin küçümsenmemesi gerekiyor. Sivil toplum kuruluşlarının belki de ilk kez bu kampanyada bu kadar etkin ve sonuç alıcı çalışmalar yürüttüğünün not edilmesi gerekiyor.
Referandumun en önemli sonucu elbette Türkiye'nin yakın tarihiyle yüzleşmesinin önünün açılmasıdır. 13 Eylül sabahı, çok sayıda bireyin, 12 Eylül darbesinin acısını çekenlerin ve kitle örgütlerinin soluğu adliyelerde alması, Türk siyasi tarihinde derin bir kırılmanın işaretidir.
Daha birkaç yıl öncesine kadar darbe tezgahlanırken, 2006'da "darbe ihtimali yüzde elli" tartışmaları yapılırken şimdi otuz yıl önceki askeri müdahaleyle hesaplaşılıyor oluşu, Soğuk savaş döneminin Türkiye'sine dayatılan, darbelerle beslenen siyasi anlayışın tarihe karışıyor oluşunun işaretidir. O dönemden beslenen çatışmacı, ayrıştırıcı siyasi dil kullananların; bugünün ve yarının Türkiye'sinde sürekli zemin kaybedeceklerini, böylesine dramatik sonuçlarla yüzleşmekten kurtulamayacaklarını anlamaları gerekiyor..
Latin Amerika, Endonezya, Pakistan ve Türkiye altmış yıl darbelerle boğuştu. Bu ülkelerin siyasi geçmişlerindeki benzerliklere dikkat edenler, aslında aynı modelin her ülkeye uygulandığını görecektir. Bir Endonezyalı üniversite öğrencisinin, Türkiye'nin siyasi geçmişini detaylarıyla biliyor oluşunun sebebi budur.
Bu "cephe" ülkelerinden biri bugünlerde tam bir trajedi yaşıyor. Askeri darbelerin önlenemediği bu ülke iç savaşa sürükleniyor. "Ya tam iç savaş ya da darbe" söyleminin yeniden yüksek sesle dile getirildiği bu ülkeye önümüzdeki gönlerde önemli bir ziyaret gerçekleştirilecek.
Başbakan Tayyip Erdoğan, topraklarının yüzde yirmisi sular altında kalan, merkezi yönetimin çaresiz kaldığı, siyasi parçalanmışlığın derinleştiği, etnik ve mezhep geriliminin çatışmaya dönüştüğü, felaketin siyasi kaosu daha da büyüttüğü, ABD ve müttefiklerinin açıkça ülke içinde askeri operasyonlar yaptığı Pakistan'a gidecek.
Ne garip rastlantı ki, Türkiye'de darbelerle hesaplaşıldığı günlerde o ülkede darbe yapılacağına dair işaretler güçleniyor. Hem de ziyaret öncesi. ABD ve Avrupa basını hemen her gün Pakistan'da darbe konusunu işliyor. Afganistan'daki İngiliz birlikleri olası darbeye karşı önlem alıyor, özel hava birlikleri Pakistan'daki vatandaşlarını tahliye için tatbikatlar yapıyor.
Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani her ne kadar; "Ordu ne iktidara gelmek niyetinde ne de iktidara gelecek. Darbe tartışmaları boşuna vakit kaybetmek" dese de, Pervez Müşerref'in darbe yaptığı döneme göre çok daha kaotik durumda olan ülkede, siyasilerin istikrarı sağlayabileceğine dair kanaat dibe vurmuş durumda. Türkiye, Pakistan'a nasıl bir destek sağlayabilir? Erdoğan'ın ziyaretinin, insani desteğin dışında siyasi sonuçları olur mu? Bu önemli.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Nisan ayında bu ülkeyi ziyareti aslında Türkiye'nin katkılarının neler olabileceğine dair işaretler sunuyor. Cumhurbaşkanı'nın yetkilerinin daraltılmasına yönelik Anayasa değişikliğinin tartışıldığı, siyasi partilerin uzlaşma sağlayamadığı bir döneme denk gelen ziyaret sırasında, Cumhurbaşkanı, Lahor'da Navaz Şerif'i evinde ziyaret etti. Birbirleriyle görüşmeyen siyasi liderler bu ziyaret sırasında görüşebildi. "Tıkanmanın giderildiğini, tarafların uzlaştığını" söyleyen Şerif, Cumhurbaşkanı Gül'e; "Sizi bekliyorduk" dedi.
Geçtiğimiz cumartesi günü bir araya gelen Avrupa Birliği dışişleri bakanları, Türkiye'nin üyeliği ile ilgili tartışmaları bir kenara bırakıp bu dev komşuyla dış politikada nasıl işbirliği yapılabileceğini tartıştı. Toplantı sonrasında konuşan Finlandiya Dışişleri Bakanı Alexander Stubb; "Türkiye bugün uluslararası kamuoyunda bütün üyelerimizin toplamından daha etkin" diyordu. Bu etki; Ortadoğu'dan Balkanlar'a ve Pakistan'a kadar uzanıyor.
Öyleyse, hasapsız bir kardeşliğin ve dostluğun bulunduğu Pakistan'a Türkiye'nin söyleyeceği sözleri olmalı. Hele de Erdoğan'ın ziyareti, Türkiye'nin darbelerden hesap sormaya başladığı referandumun hemen sonrasına ve o ülkede askeri darbe olacağına dair endişenin arttığı bir döneme denk geliyorsa.
Mart 2000'de Hindistan'ı ziyaret eden dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Müşerref darbesi nedeniyle Pakistan'a gitmeyi reddetmişti. İki ülke arasında belki de tarihlerinde en ciddi kırılma bu dönemde yaşandı.
Cumhurbaşkanı Gül'ün ziyaretinde gördüğümüz uzlaştırıcı desteğin, çok derin bir krize yuvarlanan Pakistan'a bugün çok yardımcı olacağı kanaatindeyiz. Başbakan Erdoğan'ın ziyaretinde öncelikli gündem belki de bu olmalı. Pakistan'ın böyle bir desteğe gerçekten ihtiyacı var...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.