Kürt ittihatçılar, derin devlet ve global Ergenekon
Referandum sonuçları, sadece içeride sivil/askeri elit bürokrasi ile siyasi uzantılarını değil küresel sermaye, Neoconlar, CIA ve MOSSAD’ın forse ettiği Global Ergenekon’u hayli sarsmış gibi gözüküyor.
Video komplosuyla formatlanan CHP operasyonu ve Tayyip Erdoğan’ın tasfiyesine kadar uzanan oyun kurgusu bir kez daha bozulmuştur. Uzun süredir Türkiye üzerinde oyun kuramayan uluslararası güç odakları, referandum sonuçları karşısında hesaplarını gözden geçirmek durumundadır.
Böyle giderse 2011’de nasıl bir siyasi atmosferin doğacağını kestirmek güç değildir. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
O nedenle, asıl çatışmanın seçimlere doğru şiddetleneceği savı, yabana atılmamalıdır. Türkiye, yeni provokasyonlarla içine kapatılmak istenebilir. Dün Hakkari’deki mayınlı tuzak, sıradan ve rutin bir eylem değildir.
Kürt meselesinin çözümüne ilişkin 20 Eylül’e yönelik beklentilerin yoğunlaştığı bir dönemde böyle bir eylemin muhtemel sonuçları üzerinde durulmalıdır. Selahattin Demirtaş, bu eylemi 2005 yılındaki Şemdinli olayına benzetti, önemli bir iddiadır sonuna kadar üzerine gidilmelidir. Unutulmasın, demokratik açılım sürecinde PKK makyajlı Reşadiye ve İskenderun baskınları gerçekleşti.
Hem devlet hem PKK içinde sorunun çözümüne karşı derin ittihatçı kafaların bulunduğu, kimi zaman işbirliği yaptıkları gerçeğini gözardı edemeyiz. Bu çatışmayı, hükümeti terbiye etme veya pazarlık masasına çekme enstrümanı olarak gören Global Ergenekon’un lojistik desteği de sorgulanmalıdır.
Sinsi plan
Bu uluslararası güç, bir süredir laik kesim, TSK ve MİT üzerinden çok sinsi bir plan yürütüyor.
İsrail’in eski İstanbul Başkonsolosu Moti Amihai’nin Kudüs’teki bir strateji toplantısında, Türkiye’nin AB’den uzaklaşıp Ortadoğu’ya yöneldiğini söylerken tartışmaya açtığı “ Ordu giderek İslamlaşıyor” savı, hükümet-asker ilişkilerini torpillemeye yöneliktir.
Yine İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın daha işin başında yeni MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hedef tahtasına oturtması üzerinde durulması gereken çok önemli bir gelişmedir: “Son haftalarda İran destekçisi bir adam Türkiye MOSSAD’ının başına atandı. Onların elinde önemli miktarda sırrımız var. Son iki aydaki izlenimimiz, bu sırları İran’a açabilecekleri şeklinde. Bu da çok rahatsız edici...”
Aslında bu yaklaşım, anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü hem TSK hem MİT, artık eskisi gibi İsrail’in (MOSSAD) yörüngesinde değildir. 28 Şubat sürecinde Çevik Bir’le geliştirdikleri askeri ilişkiler, eskisi gibi “emir-komuta zinciri” içinde yürütülmüyor. Son olarak Genelkurmay’ın İsrail’den satın aldığı dinleme amaçlı teknik cihazlarla ilgili soruşturma çok önemlidir.
İlişkilerin sadece askeri boyutu yok, çok yönlüdür. Daha dün Sabah Gazetesi’nde Okan Müderrisoğlu imzalı çok çarpıcı bir haber vardı. 19 Ekim’de ihaleye çıkarılacak Adabank’a hem İran hem İsrail talip. CIA ve MOSSAD, İran’ın Türkiye’deki bankacılık girişimlerini mercek altına almış.
İran öcüsü
Bu süreçte bir de bakıyoruz, batıda “MOSSAD-CIA Ortak Mahsulü” olarak görülen The Daily Telegraph
Gazetesi Yazarı Con Coughlin’in, “AK Parti İran yönetiminden 25 milyon dolar aldı” haberi yayınlanıyor. İktidar partisi, bu iddiayı
yalanladı ve dava açmaya hazırlanıyor. Coughlin dün tekzibe cevap vererek, paranın İranlı Ahl-Beit kuruluşu tarafından ve İHH üzerinden başbakana ulaştırıldığını öne sürdü.
Sicili hayli bozuk bir gazeteci... Dün gazetelerde İngiliz yazarla ilgili hayli çarpıcı iddialar vardı.
2002 yılında “Saddam: Terörün Kralı” adlı biyografi çalışması çok satanlar listesindeymiş. Saddam’ın nükleer silaha sahip olduğu iddiası başta olmak üzere ABD’nin tüm işgal tezleri bu kitapta...
Coughlin, 2003 yılında ise
11 Eylül saldırılarında başrolü oynayan hava korsanı Muhammed Atta’nın 2001’de Bağdat’ı ziyaret ettiğini öne sürüp bir belge yayınladı. New York Times Yazarı William Safire gibi çok sayıda yazar bu belgeyi alıntıladı. Sonra bu belgenin CIA tarafından uydurulduğu anlaşıldı.
Bush yönetiminin terör zanlılarına yönelik işkencesine destek veren
Coughlin, ABD Başkanı Obama’nın, işkenceler yüzünden eski Başkan
Yardımcısı Dick Cheney’yi hedef almasına tepki göstererek Neoconları savundu.
Bu İngiliz yazarı en iyi anlatan yazı, yine bir başka İngiliz yazara aittir. Guardian Gazetesi Yazarı David Liegh, “İngiliz istihbarat servisleri ve gazeteciler” başlıklı yazısında şöyle dedi: “Coughlin’e gizli bilgi MI6 ve MOSSAD ajanlarınca veriliyor. O da gelenleri yıllardır aynen yayımlıyor. Coughlin 1995’te Libya lideri Kaddafi’nin oğlu üzerinden de kara propaganda yapmıştı. Saddam’ın kimyasal silah kullanabileceğini yazan da kendisi... Atta-Irak bağlantısını yine Coughlin ortaya attı. Şimdi İran’la ilgili hikayeler yaymaya çalışıyor.”
Coughlin dünkü açıklamasında “Ben haberleri rüyada yazmam” demişti, meslektaşının ifadesine bakılırsa haklıymış, rüyada değil kıçından yazıyormuş.
Neyse...
Asıl sorun bu gazeteci değil. Bu
gelişmeler, Türkiye’yi kendi yörüngelerine oturtmak isteyen uluslararası
güç odaklarının, bir dönem olduğu
gibi İran üzerinden yeni bir senaryoyu hayata geçirmek istediğini ortaya koyuyor.
Orduyu, MİT’i, hükümeti suçlayarak bir taraftan “AK Parti düşmanı” olarak gördükleri laik/ulusalcı kitleleri harekete geçirmek, diğer taraftan Kürt meselesini çözümsüzlüğe sürükleyip terörü azdırmak istiyorlar.
Hanefi Avcı’nın kitabı çıktığında çok anlamlandıramadığım Uğur Mumcu suikastiyle ilgili ifadelerini, yukarıdaki gelişmelerle birlikte değerlendirince ortaya daha ürkütücü bir tablo çıktı. Avcı, Mumcu suikastinde şüphe bırakacak hiçbir nokta kalmadığını söyleyip faturayı İran’a kesmişti.
Oysa Mumcu’nun öldürülmeden kısa süre önce İsrail Elçiliği’nden çıktığı ve bu suikastle ilgili özel ajanların Türkiye’ye girdiği iddiaları hala boşluktadır.
Anlaşılan, “İran” öcüsü üzerinden bayat bir senaryoyla karşı karşıyayız.