Tankın karşısına çıkan adam!
Biz demokratikleşme döneminde doğan, fakat darbelerle haşır neşir olmak zorunda kalan bir nesiliz.
Çocukluğumuz Türkiye’nin ilk seçimli iktidarında geçti.
Tam olarak da geçmedi ya; ilköğretim çağında iken, 27 Mayıs darbesi oldu. Öyle şimdiki gibi televizyonlar, radyolar yoktu. Daha doğrusu, 1960’da darbe ile karşı karşıya kalan Türkiye, 1930’ların cihazı olan televizyonla 1970’lere doğru tanışabildi.
Radyo devletindi ve o kadar az radyo alcısı vardı ki, bir mahalleye birkaç adet düşerdi. Millet radyolu evlere ajans dinlemeye giderdi.
Dolayısıyla, babam işe, ben okula gitmek için 27 Mayıs sabahı yola çıktığımızda, radyodan okunan bildirilerinden haberdar değildik. Cebeci doruğu yokuşunun başında süngü takmış askerlerin yolu kestiğini gördük.
Meğer darbe olmuş! Milli Birlik Komitesi idareye el koymuş! Hem iş tatil, hem okul!
Ertesi gün, Ankara caddelerinde nümayiş vardı. Askeri araçların üstüne çıkan, önünde yürüyen CHP’liler, kendilerinden seçimle iktidarı almış olan Demokrat Parti teşkilatlarını yağmalıyorlardı. DP tabelaları kırılıyor, bayrakları çiğneniyordu.
CHP’liler gerçekten askeri araçların, tankların önündeydiler! Artık iktidar onlarındı! Bu sahneler zihnimden hiç silinmedi!
Bu yüzden CHP liderinin “Eğer bir darbe olursa tankın karşısına ilk ben çıkacağım” lafını önemsedim.
Tankın karşısında duran CHP lideri! Ne muhal hayal!
60 yıl sonra CHP gerçekten darbe karşıtı bir konumda olabilir miydi?
CHP bunu daha önce başarabilseydi, Türkiye başka bir Türkiye olurdu. En yakın 28 Şubat post modern darbesini hatırlıyoruz. CHP’nin bundan önceki lideri, Kılıçdaroğlu’nun selefi Baykal, 28 Şubat müdahalesini, “TSK bir sivil toplum kuruluşudur” diye karşılamıştı!
Halkoylamasının kesin mağlubu CHP lideri, kendini beğendirme turları için Avrupa’ya gitmiş. Bir Alman vakfında “Türkiye ve Gerçekleri” konulu bir konferans vermiş. Hükümetin reform olarak tanıttığı birçok şeyin reformla ilgisi olmadığını söylemiş.
Meğer AB’nin tüm ilerleme raporlarında Türkiye’deki yargının bağımsız olmadığı şeklinde ifadeler yer alıyormuş. Bizim bildiğimiz, son raporlarda, yargının bağımsızlık değil “tarafsızlık” sorunu olduğu belirtiliyordu.
Bakın Kılıçdaroğlu başka ne istiyormuş: “Sivil-asker ilişkilerinin demokratik temele oturtulmasını istiyoruz. Eğer bir darbe olursa tankın karşısına ilk ben çıkacağım.”
Kılıçdaroğlu, baskıcı sivil bir hükümetin diktacı bir rejimden farkı olmadığını, kendilerinin demokrasi, saydamlık, kadın-erkek eşitliği, kültürel ve dini özgürlükler istediğini söylemiş...
Ya ana muhalefet liderine göre Türkiye’nin en önemli sorunu ne imiş? Kırk yıl düşünseniz bulamazsınız!
Meğer Türkiye’nin en önemli sorunu “dinin istismar edilmesi” imiş!
Bu lafı duyunca, “bu mu tankın karşısına çıkacak adam?” sorusu gayri ihtiyari dudaklarımdan döküldü.
Yıl 1960, darbe tanklarının önünde yürüyen, üstüne çıkıp nümayiş yapan, rakip partinin tabelalarını indirip bayraklarını çiğneyenler ne düşünüyorsa, bugünün CHP lideri de aynı şeyi düşünüyor: Din istismar ediliyor!
Anlayacağınız, değişen bir şey yok! Kafa aynı. Türkiye’de din gerçeğini kavrayamayan zihinler, mağlubiyetlerini sürekli dinin istismar edilmesine bağlarlar. Bu basma kalıp lafın arkasına sığınacaklarına, tahakkümcülükten sıyrılarak milleti anlamaya, onun dinle bağını kavramaya çalışsalar, mesafe alabilirlerdi. Fakat, halk partisinin halka işi olmaz!
O yüzden de, CHP’den darbe tanklarının karşısında duracak kimse çıkmaz. Kılıçdaroğlu, bu konuda inandırıcı olabilirdi: Eğer halk oylamasında Türkiye’nin asker-yargı odaklı oligarşik yapısını değiştiren düzenlemelere karşı çıkmasaydı.
Darbecilerin tankları, yargısı; anayasa değişikliği ile engellenirken neredeydin?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.