Korkuyorum Ahmet abi!
Demek ki bu da olacakmış. Demek ki senin ‘taşralı tabiatın’ bana miras kalacakmış Ahmet abi.
Kültürümüz bize, başkaları için yaşamanın kutsallığını öğütler.
Denenmiş, sınanmış, ‘genelgeçer’ bir doğrudur bu.
Otobüste, sizden önce doğmuş insanlara yer vermeniz bu genelgeçer doğruyu doğrulamaktan öte bir fonksiyon icra etmez. Ama ‘uygarlıklar çağı’nda yaşlılara, hamilelere, emeklilere, muharip gazilere duyduğunuz saygı, size ‘itaat kültürü’ olarak geri döner.
Bunun, ‘koşulsuz teslimiyet’ üzerine kurulmuş bu sistemin yararına olduğunu bilemezsiniz.
Uygarlıktan bunaldım.
Korkuyorum Ahmet abi.
Bugünlere yetişebilseydin, sen de benim gibi televizyondan nefret ederdin sanıyorum.
Ben, senin çıktığın köye dönmek istiyorum... Yani, ‘sonradan görme’ deniz özlemcileri gibi kıyıda balıkçılarla filan sohbet etmek değil...
Balığa çıkmak bizi bozar Ahmet abi.
Ben senin uçsuz bucaksız tarlalar arasındaki küçük köyüne yakın bir yerde (çevrede belki bir iki ağaç olabilir) ahşap kirişli kerpiç bir evde yaşamak istiyorum.
Sana anlatması biraz zor ama, oraya gidişim bana haksızlık eden dünyaya karşı bir ‘başkaldırma hareketi’ olacak diyebilirim; yani ben orada bulunmakla onlara, ‘İşte bütün ‘terakkinizi’ gördüm ve aslıma rücu ediyorum’ diyeceğim ve onlar da bunu anlamayacak.
Hiç kimse anlamayacak...
Ve hiçbir huysuz eşhas çözemeyecek...
Sen olsan, bunu, Ziya Paşa’nın ya da Mehmet Akif’in tepkilerine benzetirdin. Ama bunu, sana karşı bir hareketim olarak da tavsif etmezdin.
Gene de, beni bu duruma ‘kitaplar’ın getirdiğini söylerdin.
Ben kendimi ‘modası geçmiş biri’ olarak ‘telakki ettiğim’ için, senin çocukluğuna sığınıyorum Ahmet abi.
Hareketimin, başkalarında beğenmediğin biçimde bir ‘duyarlılık’la ilgisi yok. Yani, artık haddimi biliyorum; önünde ‘hayat’ denilen bir taşlık bulunan dağ evimde senin dönemince bilinmeyen ruhsal karışıklıklarımı yaşıyorum.
Kuyudan su çekiyorum ve eşeğime yüklediğim dallarla ocağımı yakıyorum.
Buna şimdilerde ‘kaçış’ diyorlar Ahmet abi; birtakım toplum sorunlarını çözemeyeceklerini hisseden burjuva, yani senin anlayacağın şehirde yaşayan ve üstelik şehirdeki günlük yaşantının geleneklerini benimseyen aydınlar böyle yapıyormuş.
Sen böyle söyleyenlere bakma Ahmet abi.
Hani bir zamanlar bazı kitaplar okuyordum da eve bazı asık suratlı adamları çağırıp onlarla bağırarak tartışıyordum.
Ben bu asık suratlı aydınlara hiç benzemiyorum Ahmet abi; onlara karşıyım ve senin ‘taşralı’ içtenliğinden yanayım.
Bazı kitaplar yüzünden kafam biraz karışmışsa da, bugün bile senin bu içtenliğini taşıdığımı ümit ediyorum.
Fakat yine de sonunda bütünüyle sana benzemekten korkuyorum Ahmet abi.
(NOT: Cemil Meriç, Kemal Tahir, Oğuz Atay, Edip Cansever, J. D. Salinger ve Ahmet Kekeç tarafından ‘ortaklaşa’ kaleme alınmış bu yazı, 30 yıl önce aramızdan ayrılan Oğuz Atay’a adanmıştır...)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.