İlhan Kesici’nin dramı
Dostumdur. Severim. İncinmesini istemem ve de düştüğü yahut düşürüldüğü “siyaset kulvarında” başarılı olmasını isterim.
İsterim de... Bunu kendisinin de istemesi gerekiyor.
Bakalım istiyor mu?
Bakıyoruz ve karşımızda “risk” almayan, risk almayı bir “varoluş- yokoluş sorunsalı” gibi algılayan, alışkanlıklarının ve ezberlerinin dışına çıkamamış, siyasetini hep “baba öğüdü” istikametinde oluşturan sıradan bir teknokrat görüyoruz.
Sıradan değil, hâşâ...
Benzerlerinden farklıdır, amiyane tabiriyle “kafası basan” bir adamdır ve nasıl neşet edeceğini bilemediği için de, hem kendisine, hem memlekete yazık etmektedir.
İlhan Kesici’de en çok neyi önemsiyoruz?
Herhalde yerliliği...
Hayır, içe kapanmacı ideolojilerin tükettiği ve süreç içinde “tutuculuk” olarak tebarüz eden o “şey”den söz etmiyorum. Buradaki yerlilik, “hasbi olan”la alakalı bir durum. Hasbi, samimi, halkla ve halkın değer tercihleriyle barışık bir durum...
Durum tamam...
Samimiyet tamam...
İmtizaç yeteneği tamam...
Her bir şey tamam da, neden olmuyor?
Bunun cevabı, İlhan Kesici’nin kişilik özelliklerinde gizli.
Bir ara, alengirli çevrelerle düşüp kalktı. Demirel’in yörüngesinden ya da etkisinden kurtulamadı. Hep “çarşının karışmasını” bekledi... “Memlekette kriz hali devam etse de, üzerinde uzlaşma sağlanan bir isim olarak keşfedilsem” havasından bir türlü kurtulamadı.
Fakat bilemediği, hesap edemediği bir şey vardı.
Dünya değişiyordu, Türkiye değişiyordu, “soğuk savaş dönemi” alışkanlıkları nispeten “açıklık siyaseti”ne elvermişti ve çarşının karışması ihtimali, hızla bir “ihtimal” olmaktan çıkıyordu.
Daha önce de yazmıştım:
İlhan Kesici, tipik sağcıdır.
Muhafazakârdır da...
Muhafazakâr siyasetin gerektirdiği tüm reflekslere sahiptir: Devleti fetişleştirmek (yahut “kerim devlet” fikriyatını önemsemek), bazı statükoları muhafaza etmek (buradaki, olumlu bir muhafazakârlık türü), milli ve manevi değerlere önem vermek, bazı seçkin çevrelerin “halk dalkavukluğu” olarak tanımladığı şeyi yapmak, yani “halkın değer tercihlerini” her türlü siyasal mülahazanın üstünde tutmak, ekonomide “nispi kapalılığı” savunmak, AB hedefinin Türkiye’nin olmazsa olmazlarından biri olmadığını düşünmek, “karşılıklı bağımlılık” yerine “tek başına bağımsızlığı” hedef almak...
Kesici’nin sağcılığı, Süleyman Demirel’in ıslah edilmiş, içine uygun miktarda “irfan” katılmış bir sağcılık. Birazcık “halk dalkavukluğu”ndan sıyrılmaya çalışan, kendisine arsıulusal referanslar bulmak isteyen bir sağcılık. Bununla birlikte, kontrollü, aşırılıklardan kaçınan, dolayısıyla asla “faşizmlere” izin vermeyen bir sağcılık...
Bu “sağcılık” anlayışının, siyaset içindeki yeri nedir? Kendini merkeze çekmeye çalışan ve sürekli dönüşen “sağ siyaset”e katkısı ne olabilir?
Katkısı ne olabilir ki, yararı ne olsun?
Dün, ajanslar, Kesici’nin, CHP’den istifa ettiği haberini geçtiler.
Niçin girmişti ki?
İşin hazin tarafı, ayrılışı kimsenin umurunda olmamış.
Hatta, “Türkiye’nin umudu” koca İlhan Kesici, istifasını sunacak bir merci bile bulamamış...
Bundan sonra ne yapar?
Herhalde, lidersizlikten kıvranan “baba yadigârı” DP’nin başına geçer, bir süre de burada eğleşir, niçin “olmadığını” anlayamadan siyasi hayatını tamamlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.