İyi ki kurtuldun İstanbul!
Ülkemizin başına (Allah göstermesin), fena bir şeyler gelse, işgale uğrasa; ilk hangi şehrimizi kurtarmayı düşünürdünüz?
Akıl ve mantıkla birlikte hissiyatımız da, dün de bugün de “İstanbul” der.
Mondros Mütarekesi’nden sonra (30 Ekim 1918), İngiltere öncülüğündeki İtilaf kuvvetlerinin müştereken işgal ettiği tek şehir İstanbul’dur. Elbette öncelikle Osmanlı Devleti’nin payitahtı olduğu için. Fakat sadece başkent olduğundan ötürü değil, stratejik mevkiinden ötürü de İstanbul müştereken işgal edilmiştir. Unutmayalım ki, İstanbul o zaman da Türkiye’nin en büyük şehriydi ve ekonomik anlamda da ağırlığı bugünkü gibiydi.
İstanbul işgal altındayken Anadolu’da Milli Mücadele yapıldı. 1922’nin 26 Ağustosu’nda Yunan kuvvetleri Afyon’da mağlub edildi, ardından 30 Ağustos’ta büyük zafer kazanıldı. Afyon’dan itibaren işgal altında bulunan şehirlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz peyderpey kurtarıldı. 9 Eylül’de İzmir kurtuldu. Hani “Düşmanı İzmir’den denize döktük” denilmez mi?
Ya İstanbul? Hemen akabinde diğer düşmanlardan İstanbul’un kurtarılması için harekete geçilmesi gerekmez miydi?
Gerekirdi de...
İstanbul neden İzmir’in kurtuluşundan bir yıl bir ay sonra kurtarıldı? Neden İstanbul’un esareti uzun sürdü?
Ankara’da M. Kemal Paşa tarafından yayınlanan Hakimiyet-i Milliye gazetesinin 3 Ekim tarihli sayısının birinci sayfasına bakanlar, “İstanbul dün zincirlerinden kurtuldu ve hür Anadolu’ya kavuştu” menşetini okurlar. Alt başlık da şöyledir: “İstanbulu 5 sene işgal etmiş olan ecnebi kuvvetler dün saat on bir buçukda tapraklarımızı, üçde de Boğaz sularımızı terk ile çekilip gitmişlerdir...”
2 Ekim 1923’te işgal kuvvetleri kumandanlarıyla birlikte İstanbul’u terk ettiler. 4 gün sonra, 6 Ekim’de de Şükrü Naili Paşa kumandasındaki birliklerimiz İstanbul’a geldi. Bu Hakimiyet-i Milliye’de 7 Ekim günü şöyle duyurulmaktadır: “Muzaffer ve kahraman kıtaatımız (birliklerimiz) dün sevgili İstanbul’a girmiştir”.
İstanbul’un geç kurtarılışı, yeni Türkiye’nin kuruluş süreci ile ilgili şifreleri veriyor bize.
İstanbul’un konumu, 1. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulacak yeni dünya sisteminde çok önemli bir yer işgal etmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti’nin yıkılması, hilafetin kaldırılması ve bunlarla bağlantılı olarak İstanbul’un İslâm ve Türk dünyasının atıf merkezi olmaktan çıkarılması gerekiyordu.
İngiliz Hariciye Nazırı, daha sonra Lozan’da başrolü oynayacak olan Lord Curzon, 1919’un başlarında, Türklerin de müstakil bir devleti olacağını, ancak bu devletin başkentinin asla İstanbul olmayacağını söylemişti. Ona göre, başkent Ankara veya Bursa olabilirdi...
Yeni Türkiye Devleti’nin başkentinin İstanbul olması, onun dünya nazarında Osmanlı’nın devamı olarak görülmesine yol açabilirdi.
İngiltere ve müttefikleri, İstanbul’u rehine olarak ellerinde tuttular. Barış imzalanmadan İstanbul’dan ayrılmaya yanaşmadılar. 24 Temmuz’da Lozan Anlaşması imzalandı, buna göre, işgal kuvvetleri 6 hafta sonra İstanbul’u terk edecekti. Bu durumda, Eylül ayının ilk haftasında işgal kuvvetlerinin İstanbul’u tahliye etmeleri gerekiyordu. Fakat bunu yapmadılar.
Bunun tek sebebi olabilir: İstanbul’un yeni Türkiye’nin başkenti olmasını önlemek!
Bu konuda kesin mutabakat sağlandıktan sonra işgal kuvvetleri İstanbul’u tahliye ettiler. 2 Ekim’de işgal kuvvetleri ayrıldı. 6 Ekim’de birliklerimiz İstanbul’a girdi.
6 Ekim’de kurtarılacak bir İstanbul yoktu aslında! Türk birliklerinin işgal kuvvetlerinin ayrıldığı gün, 2 Ekim’de İstanbul’a girmesi halinde bile bir “kurtarış”tan söz edilebilirdi! Fakat buna dahi izin verilmedi.
Süreç aksatılmadı: Üç gün sonra, 9 Ekim’de İsmet Paşa Ankara’nın hükümet merkezi yapılmasına dair kanun teklifini verdi. 13 Ekim’de Ankara’nın hükümet merkezi olması kabul edildi, daha sonra hazırlanacak anayasaya da konulması şartıyla!
Anlayacağınız, Ankara’yı başkent yapmasaydık, İstanbul’u kurtamayacaktık
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.