Türban özürlü demokrasi (1)
Türk demokrasisi, ‘türban özürlü demokrasi’dir. Bu türban özürlü demokraside halkın değil bürokratların iradesi hâkimdir. Halk tarafından seçilmiş iktidarlar, ancak onların izin verdiği ölçüde ‘egemenliği’ kullanırlar.
Türban ise, siyasi iktidarların ve TBMM’nin iradesi dışında tutulmuştur.
Türkiye’deki en büyük huzursuzluk kaynağı, terörden sonra ‘başörtüsü yasağı’dır. Toplumumuz, yıllardır bu yasağın kalkmasını beklemektedir.
Aslında Türk toplumunda ‘türban’ diye bir mesele yoktur. Ne şekilde giyinirlerse giyinsinler, Türk toplumu birbirine kaynaşmış bir toplumdur. Başörtüsünü sorun ve huzursuzluk kaynağı hâline getirenler taş kafalı jakoben bürokratlardır. Bir takım halktan kopuk oligarşik despotlar, bağlanma şeklini esas alarak ‘türban’ ile ‘başörtüsü’nü birbirinden ayırmaya çalışırken, halkımız bu gülünç tabloyu şaşkınlıkla seyretmektedir. Düşünebiliyor musunuz, eğer bir kadın başörtüsünü çenesinin altından bağlamazsa buna ‘türban’ denirmiş ve ‘siyasi simge’ olurmuş... Böylesine iptidai bir anlayışa sahip bulunabilmek için ya kötü niyetli ya da paranoyak olmak lâzımdır.
***
Başını örten kız öğrenci sayısının artmasında, ‘irticanın hortlaması’nı değil, bilakis modernleşmenin tesiriyle daha önce okutulmayan kızların okula gönderilmesini aramak gerektiğini bu peşin hükümlü tâifeye bir türlü anlatamadık gitti... Kin ve husûmetle muallel bu câhil kafalar, başörtüsünü sadece ninelerine ve kırsal kesimdeki kadınlarımıza yakıştırıyorlar.
Türban siyasi sembol ise, bu şekilde siyasi görüşlere sahip olan kızlara üniversite kapılarını kapatırken, aynı görüşlerdeki erkek öğrencileri alıyorsunuz. Bu cins ayrımı sizi hiç rahatsız etmiyor mu? Yoksa siz ‘kadın düşmanı’ mısınız?
Başörtülü öğrencilerin üniversiteye gitmesi konusunda bin türlü kurgu yapanlar, ‘siyasi simge’ arayanlar, ‘Laiklik elden gidiyor!’ diyerek yırtınırcasına bağıranlar, bir an için dahi bu çocukların başlarını inançlarından dolayı örttüklerini ve sadece okumak istediklerini düşünmezler mi?.. Onların yüzünden yüksek öğrenim hakkından mahrum kalmaları, mağduriyetleri, gözyaşları, bu jakoben gürûhu hiç rahatsız etmez mi? Siz ne biçim vicdan sahiplerisiniz ki, bir genç kızın bu derece aşağılanmasını, üniversite kapılarından hakaretler edilerek kovulmasını normal kabul edersiniz?...
***
Bu ülkede yüzyıldır ‘irticanın hortlayışından’, yetmiş yıldır da ‘laikliğin elden gidişinden’ bahsedilir. Ne irtica hortlamıştır, ne de laiklik elden gitmiştir. Lakin, en eski parlamenter demokrasilerden birine sahip Türkiye’de, bu oligarşik seçkinlerin tahrikiyle demokrasi sık sık kesintiye uğramış ve bir türlü yerine oturtulamamıştır.
Her türlü peşin hükmünüzden sıyrılarak lütfen şu soruyu cevaplandırır mısınız? Bir genç kızın saçını nasıl tarayacağı, başörtüsü takıp takmayacağı, ne giyeceği konusunda karar vermesi kadar kişisel ve özel bir şey olabilir mi?... Demokratik bir toplumda insanların nasıl giyineceği konusunda yasaklar getirilip baskı yapılabilir mi? Bu sorulara ‘evet’ cevabını veriyorsanız, hiç şüpheniz olmasın ki, siz bir faşistsiniz . Zira, bir genç kızın başörtüsüne, kılık kıyafetine müdahale etmek, hele üniversiteye gidişini yasaklamak, ancak totaliter bir zihniyetin mahsulü olabilir.
Ne yazık ki ülkemizde son çeyrek asırda üniversitelerde uygulanan ‘başörtüsü yasağı’ insan hak ve hürriyetlerine ve demokrasiye indirilmiş bir darbedir.
***
Başörtüsü yasağı , 1982 Anayasası’nın birçok hükümlerine açıkça aykırıdır. Özellikle, din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24. madde ile eğitim ve öğrenim hakkını düzenleyen 42. madde, üniversitelerdeki başörtüsü yasağıyla açıkça ihlâl edilmiştir. Halbuki tamamen siyasallaşmış Anayasa Mahkemesi, bilakis başörtüsü konusunda yapılan anayasa değişikliğini, bizzat Anayasayı ihlâl suçu işleyerek reddetmiştir.
Başörtüsü yasağı, aslında, hâlen yürürlükte olan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun Ek 17. maddesine de aykırıdır. Millî Eğitim Bakanlığım esnasında bizzat kaleme aldığım bu maddeye göre, yüksek öğrenim kurumlarında kılık kıyafet serbest bırakılmıştır. Ancak, ne gariptir ki Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmediği bir hükmün yorumu mahiyetindeki bir gerekçe, hüküm icra ediyormuşçasına Kanunun yerine geçirilmiştir.
Diğer taraftan, AİHM’nin bu konudaki kararı da, sanki yeni bir hüküm getirilmiş gibi, kasten yanlış yorumlanıp istismar edilmiştir.
Yarın bu konuya devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.