Muhalefetin geleceği
Siyasette muhalefeti etkisiz hale getirmenin en iyi yolu iki aşamalı bir plan uygulamaktır.
Muhalefetin temel özelliği ulaşılacak hedeflerin farklı olmasıdır ama onları aynı hedefe daha iyi varacakları yönünde bir söyleme ikna ederseniz birinci aşama başarıya ulaşmış olur. Bugün CHP’nin Türkiye’nin dünya üzerindeki konumu, uygulanacak dış politika, ekonomide alternatif stratejiler hakkında bir söylemi yoktur. Polemikler arasında onun zaten belli olan hedeflere daha iyi ulaşacağını, yolsuzlukları engelleyeceğini, farklı uygulamaları olacağını duyarsınız ama ana hedefler hakkında herhangi bir düşüncenin izine rastlamazsınız. Böyle bir muhalefetin iktidara gelmesi bile sonucu değiştirmez ve önceden belirlenen hedefe farklı bir üslupla ulaşılır.
Muhalefetin hedefi iktidara gelmek olarak belirlenmiştir ve nereye varılacağının anlamı kalmamıştır. Bu arada uygulanmakta olan politikaların sürekliliğini sağlamak için gereken düzenlemeler yapılır. Mesela Kemal Derviş’le geleceğin ekonomi politikasının belirlenmesi sürekliliğin sağlanacağı anlamına gelir.
CHP ideolojisinin şartların bir ürünü olduğunu, aslında ilk fırsatta değiştirilmesi gerektiğini anlayamamış ve kendi iradesi ile gerçekletiremediği bu değişimi yeni şartların bir ürünü olarak kabul etmek zorunda kalmıştır. Türkiye’de farklı soydan gelen insanların olduğu, bunların kimliklerinin kabulünün bölünmeye sebep olmayacağı, tersine büyümenin ön şartının bu gerçeği kabul etmek olduğu, laikliğin dine sırt çevirmek değil onun dış mihraklar tara
fından ülke aleyhine kullanılmasını engellemek sayılması gerektiği kabul edilecektir. CHP’nin yeni yönetiminin bu değişimi kabul ettiği gözlenmektedir. Bu süreç içinde Türkiye’de yargının ideolojiyi hem korumak hem de yeniden biçimlendirmekte nasıl rol oynadığı gözlenmiştir.
Ancak hala değiştiremediğimiz kötü bir kaderimiz var. Türkiye’deki değişimler önceden tartışılan ve toplumsal mutabakat sağlanan düşünceler değil. Siyasal güç önce yapıyor sonra halka bu değişimi onaylayıp onaylamadığını soruyor. Aydınlarımızın geleceğe ait herhangi bir proje üretmedikleri, sadece gerçekleştirilenleri tartıştığı gözleniyor.
27 Mayıs darbesinden sonra sola açık bir anayasa yapıldı. Halkın binde birinin bile böyle bir talebi yoktu, aydınlar bu konuyu tartışmamıştı ama gerçekleşti. 12 Mart öncesi ülkenin bağımsızlığı tartışılıyordu ama ülkemizin, objektif değerlendirmelerle, son derece bağımsız olduğu gözardı edildi. 12 Eylül darbesi öncesinde sorunumuz anarşiydi ama sonunda dünyaya açık bir ekonomik model geliştirdik. Oysa bunu önceden hiç tartışmamıştık.
Bu durum kutsallaştırdığımız milli iradenin tanımının yapılmasını gerektiriyor. Halk politika üreten değil siyasetçinin uygulamalarını onaylayan ya da reddeden bir mercidir. Politika üretmek aydınların görevidir ve geleceğe yönelik olmalıdır. Eğer bu görevini yerine getirmezse bilmediğimiz bir güç projeleri hazırlar ve siyasetçiler eliyle gerçekleştirir ve biz de, her zaman yaptığımız gibi, yapılanları meşrulaştırmak için, söylenip dururuz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.