Gönüllü köleleştirme
Monako Prensliği çocukluğumuzdan beri romantik ve mahmur geceleriyle tanınan bir mekan. Çok şükür ki gitmek nasib olmadı. Grace Kelly ile Albert’in evliliği dillere destan olmuştu. Şimdi Monako Prensliği’nin başında çapkınlığıyla bilinen Albert II var. Geçenlerde bir törende Güler Sabancı ile birlikte kameralara poz vermişti. Ardından başka bir karede ödül dağıtırken görülüyordu. İşte konumuz bu ödül töreni ve ödüle layık olan bayan. Zira ödülün arkasında Fas Kraliyeti’nin Başdanışmanı Andrei Azoulay var. Azoulay yüzü çok bilinmesine rağmen ilişkileri esrarengiz. Kendisi bir Fas Yahudisi ve hedefleri itibarıyla, bölgenin George Soros’u sayılabilir. Kaderi Fas Kralı II. Hasan ve oğlu VI. Muhammed ile birlikte kesişmiş birisi. Arap Birliği Teşkilatı’nın aday göstermesi üzerine 2008 yılından beri Anna Lindh Foundation’ın başında bulunuyor. Anna Lindh Vakfı’nın misyonu kültürler arası diyalog. Kültürleri birbirine yakınlaştırmak. Ya da medeniyetler, kültürler ve dinler arası yakınlaştırma faaliyetleri. Bu iş için de Yahudi kökenli Azoulay biçilmiş kaftan. Alman hariciyesinin desteğiyle kültür köprüsü olarak kurulan Qantara adlı siteye iki defa konuşma yapmış. Kendisini dinler arası ve kültürler arası diyaloga adadığını ve amacının 750 milyonluk Akdeniz havzasının iki yakasını bir araya getirmek ve yabancılaşmaya son vermek olduğunu söylüyor. Halbuki, kalpleri ne diyor, dilleri ne diyor? Ya da Mevlana’nın deyimiyle ‘Ben ne diyorum, tanburum ne diyor?’ Ya da Nasreddin Hoca’nın tabiriyle ‘Eşeğim ne diyor, ben ne diyorum?’ Fransa’nın başı dönmüş rüküş kadınları veya Bruni’nin arkadaşları sokakta BAE’li çarşaflı bayanların çarşaflarını yırtıyorlar. Geçmişte Kahramanmaraş’ta yaptıklarına tüy dikiyorlar. Tek fark, bu defa bu cürme kadınların teşebbüs etmiş olmalarıdır.
•
Azoulay hayatının yegane gayesinin medeniyetler arası diyalog olduğunu söylüyor. Dünyanın akıl pusulasını yitirdiği bir dönemde diyalog yoluyla ortak aklın yeniden keşfedileceğini söylüyor. Nesiller boyu bir Yahudi aileden geldiğini ifade eden Azoulay dindarlığının ötekini ret veya içe kapanmak (gettolaşma) üzerine kurulu olmadığını ve kendisinin bir Yahudi olarak 50 yıldır Yahudiler için ne istiyorsa Filistinliler için de aynısını ve adaleti savunduğunu ve bu meyanda bağımsız bir Filistin devletine taraftar olduğunu söylüyor. Bu yüzden 1973 yılında Fransa’da gizlice Mahmut Abbas ile buluştuğunu faş ediyor. Bu bağlamda, insanın aklına şu soru da gelmiyor değil: Acaba 37 yıldan beri Abbas bu kıvama gelmesini Azoulay gibilere mi borçlu? Mahmut Abbas bir gün bir gecede bu hale gelmeyeceğine göre arkasında uzunca bir ehlileştirme süresi olmalı. Mahmut Abbas’la birlikte aynı seneler Sedat da Fas yoluyla bu süreçten geçmişti. Onun veya Mübarek’in de ne tesadüf Fas asıllı Üsame el Baz isimli bir danışmanları vardı. Acaba bu danışmanlar ortak mı çalışıyorlardı? Azoulay, Filistin’de yaşananların dini değil siyasi olduğunu ve dolayısıyla çözümün de dini değil siyasi olacağını savunuyor. Böylece çözümün dini ayağını ve seçeneğini dışlamış oluyor. Bu algının yerleşmesi demek Müslümanların Filistin davasının arkasından çekilmesi demektir. Bazıları daha ileri giderek zaten Mescid-i Aksa’nın Mekke’de veya dördüncü kat semada oluğunu savunmuyor mu?
•
Albert II’nin takdim ettiği Anna Lindh ödülü bu yıl Mısırlı blog sahibi olan bayan Dalya Ziyade’ye verildi. Bu ödülün arkasında 43 Akdeniz ülkesi var. Dalya Ziyade, başörtülü bir bayan. Öyleyse acaba neden ve hangi kritere göre başörtülü bir bayanı ödüle layık gördüler? Buradaki sır ne olmalı? Aslında basit. Dalya Ziyade kapalı olmasına rağmen peçe ve çarşaf gibi kıyafetlerden nefret ediyor ve bu bağlamda bu tarz kıyafetleri yasaklayamamasından dolayı Ezher’i de paylıyor ve suçluyor. Yani yasakçı Tantavi kafalı. İkincisi, mahremiyetten nefret ediyor ve kadın erkek beraberliğini savunuyor. Ya da hem açıklığın hem de kapalılığın hakkını vermek istiyor. Kültürler bir olur da kadın erkek ayrılabilir mi? Bundan dolayı da Anna Lindh ödülü Dalya Ziyade’ye takdim edilmiş. Yerini de bulmuş. İlerideki yıllarda bizdeki bayan yazarları keşfeder ve ödüle layık görürlerse şaşırmamak lazım. Aman yine de akıllarına düşürmüş olmayalım! Bunun adı gönüllü köleleştirme!
Murad Hofmann notu : Bazıları telefonla ve e-mail yoluyla gerçekten de Murad Hofmann’ın vefat edip etmediğini soruyorlar. Ben de bu haberi ilk kez Adil Afifi’nin 12/10/2010 tarihli Al Misriyyun gazetesindeki yazısında okumuştum. http://www.attaweel.com/vb/showthread.php?p=81040 gibi adreslere bakılabilir. Burada üzücü olan, insanlığımızın bilgi yığınağı altında kalması ve Babilleşme süreci yaşamamızdır. Bilgi çok ama dağınık, cemaat de dağınık; Allah sonumuzu hayırlı ede.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.