Ben de tam ‘Başsavcı nerede kaldı?’ diyordum!
İçinde bu kadar “başörtüsü” geçen cümle kurulacak, siyasiler bol keseden “çözüm demeçleri” patlatacak, basın yayın organları “ha çözüldü, ha çözülüyor” havasına girecek ama Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya olmayacak...
Mümkün mü?
Konuya girmeden önce, başörtüsü meselesinde hangi noktaya gelindiğini şöyle bir hatırlayalım:
Bir yere gelindiği ya da gidildiği yok.
Bu siyasilerle bu iş olmaz...
Elini korkak alıştırmış ve ipe un sermekte mahir CHP’yle, işi “kamusal alan” çerçevesine taşımak isteyen AK Parti’yle, “kestaneyi başkaları ateşten alsın, biz göz yumarız” tavrındaki MHP’yle bu iş olmaz...
Olmayacak da...
Bu iş “yasal yollardan” mı çözüme kavuşmalı, ondan tam emin değilim.
Bilebildiğim kadarıyla, başörtüsünü yasaklayan bir kanun yok.
Kanunun yasaklamadığı bir şeyi, kanuni düzenlemeyle ya da anayasanın şurasına burasına sokuşturulacak bir cümleyle “serbest kılmak” nasıl bir şeydir, anlayabilmiş değilim.
Bana kalırsa, en geçerli çözümü YÖK buldu.
Daha doğrusu YÖK, anayasanın “kimse eğitim hakkından mahrum bırakılamaz” buyruğu uyarınca, başörtülü öğrencilerin okullarına devam etmeleri gerektiğini bir yazıyla üniversitelere bildirdi ve başörtüsünü fuzuli gündem maddesi olmaktan çıkardı.
Evet, “fiili durum” yaratmış oldu...
Doğrusu da buydu... Önceki YÖK yönetimleri de fiili durum yaratmışlardı; üstelik kanunun suç saymadığı bir şeyi “suç kalemleri” arasına alarak hem yetki gaspı yapmış, hem de açıkça anayasayı ihlal etmişlerdi. Mevcut YÖK yönetimi, hiç değilse, “anayasanın amir hükmüne” göre davranıyor, zaten suç olmayan bir şeyi suç olmaktan çıkarıyor...
Siyasi partiler cephesine gelince...
Başbakan Erdoğan’ın işaretiyle Grup Başkanvekilleri dün bir araya geldiler, konuyu müzakere ettiler... Ama bir şey çıkmadı.
Bir şey çıkmayacağının işaretlerini “Bu işi biz çözeriz” diyen Kemal Kılıçdaroğlu müteaddit açıklamalarında vermişti zaten.
Kılıçdaroğlu’nun partisi, geleneksel “ipe un serme metodu” uyarınca, dokunulmazlıkları, seçim barajını, şunu bunu işin içine katacaktı.
Kattı...
Erdoğan’ın partisi, muarızına (yani CHP’ye) güvenmediği için, meselenin daha geniş bir “özgürlükler alanı” çerçevesinde ele alınması gerektiğini savunacaktı...
Bunu savundu...
Bahçeli’nin partisi, kenarda bekleyip, “dur bakalım ne olacak” tavrını sürdürecekti.
Öyle yaptı...
Madem serde “yandaşlık” var, partiler arasında en sahih tavrın AK Parti’ye ait olduğunu söyleyelim de, müşteriden gelecek küfürler boşa gitmesin. Çözüm konusunda en samimi öneriler, “CHP yandaşları” kusura bakmasın, yine AK Parti’den geliyor.
Ben de tam, “Bu kadar şey oluyor, Başsavcı nerede kaldı?” diyordum.
Nihayet dün ses verdi... “Başörtüsüne çözüm aramak laiklik ihlalidir” gibilerden bir açıklama yaptı.
Madem kendi ayağıyla geldi, ben de kendisinden şu sorunun cevabını rica ediyorum:
Laiklik konusunda bu kadar hassassınız da, “demokrasiye yöneltilmiş tehditler” karşısında neden kılınızı kıpırdatmıyorsunuz?
Demokrasi dışı arayışları tescillenmiş ve darbe iddianamesine girmiş malum partiye, bırakın “kapatma davası” açmayı, kuru bir “uyarı” bile göndermediniz...
Niye?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.