Baldızdan “taş”
İngiltere eski başbakanı Tony Blair’in ailesi geçtiğimiz günlerde uluslararası medyanın ilgi odağı oldu. Tony Blair genç yaşta ve uzun süreliğine başbakanlık koltuğuna oturan bir İngiliz. Dünya, ülkeleri İngiltere’nin siyasetine damga vurdukları kadar dönemin küresel dengelerinin oluşmasında da rol oynayan Winston Churchill gibi ve demir hanımefendi olarak bilinen Margaret Thatcher gibi siyasi liderleri tanıdığı kadar Blair’i de kırk üç yaşında başbakan olan ve bu konumunu on sene muhafaza eden pragmatist İngiliz lider olarak tanıyordu.
Blair’in son on yıldaki tarih kaydı ise başka yerlere işaret ediyor. Onu, daha çok yakın dostu olarak nitelediği Başkan Bush’la yaptığı işbirliği ve Irak’ı Amerika’nın işgal edebilmesine zemin hazırlayan, işgal sırasında da hiç tereddütsüz onu yalnız bırakmayan arkadaşı olarak tanıyoruz. Blair, dünyaya karşı Bush’u savunmadaki fütursuz çıkışının, İngilizlerin elini kana bulamasının bedelini siyasi arenadan kovularak ödedi. Kamu gözünde adeta persona nan grata ilan edildi. Sonra da kendini kelimenin tam anlamıyla dine verdi. Belki de bununla günah çıkartmayı da bilinç altında taşıyordu. Blair’le bundan iki sene önce Abu Dhabi’da tanıştım. Flentropistlere ait uluslararası bir konferansın açılış konuşmalarından birini de ben yapıyordum. Blair, başında bulunduğu, kendi adını taşıyan iman kuruluşu (Tony Blair Faith Foundation) adlı organizasyonuyla dinler arası diyaloğun önemi üzerine konuşmuştu. Irak Savaşı’na ait insanlığı utandıracak görüntüler hafızalarda taptaze dururken kalkıp Müslümanlara dinlerin ortak paydalarından dem vurması gözlerine yansıyan samimiyetsizlikle de birleşince çekilmez bir konuşma bu diye düşünmüştüm...
Bugün Blair ailesini gündeme aldırtan hadise ise eşinin kız kardeşiyle alakalı. Blair’in eşi Cherie Blair’i dünya mesleğinde ehil bir avukat olarak tanıyor. Çalıştığı avukatlık şirketinin temsil ettiği davacılar arasında, davasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götüren başörtüsü mağduru bir kadın da vardı. Bayan Blair’in kızkardeşi, Lauren Booth geçtiğimiz haftalarda Müslüman oldu. Bu haber, başta ülkesi İngiltere olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde ana haberlerin başına geldi oturdu. Herkes şaşkındı. Birçokları haberi flaş haber olarak alt yazılarla, büyük puntolarla geçtiler. Kafaları karıştıran Avrupa’nın tam göbeğinden böyle bir İslamlaşma hikâyesinin nasıl çıkabileceğiydi. Booth eleştirilere İngilizlerin meşhur gazetesi The Guardian’da yazdığı makalesiyle cevap verdi. Makalenin başlığı oldukça manidardı: “Şimdi ben bir Müslümanım. Bütün bu şaşkınlık ve korku niye?” Lauren Booth yazısına günah çıkararak başlıyordu. İlk defa beş sene önce Filistin topraklarına gittiğini, bu ziyareti sırasında her “beyaz” Avrupalı kadın gibi Müslümanlar ve özellikle de Müslüman kadınlarla ilgili belli önyargılarının olduğunu itiraf ediyor, Müslüman kadınlara tepeden bakmacı ve küçümser şekilde yaklaştığını paylaşıyordu. “Ne de olsa ben “hür” bir kadındım” diyerek oryantalist yaklaşıma içeriden bir eleştiri getiriyordu. Booth İslam’ı seçmesiyle başlatılan yapay korkunun da temelinde bu önyargıların yattığını söylüyor. Evet, diyor, korktuğunuz o sakallı adamlar var ya, Filistin’e, Ürdün’e, Lübnan’a gidişlerimde ben de o korktuğunuz adamlarla muhatap oldum, diyor ve adeta ablasının kocasının başını yaracağı ümidi içinde, alaycı bir tonda ekliyor: Hani şu çok uzak yerlerdeki adamlarla, hani, şu yok etmek için üzerlerine bomba attığımız yerlerdekilerle... (Salı’ya devam edelim inşallah!)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.