Veda Hutbesi ve İnsan Hakları (2)
Biz Müslümanlara ve daha önce gelip geçmiş peygamberlerin tebliğ ettiği dinlere göre insanı Allah yaratmıştır. Allah abes (manasız, hikmetsiz, saçma) şeyler yapmayacağına, O'nun her emrinde, her fiilinde, her tasarrufunda hikmet bulunduğuna göre (O'nun bir güzel adı da Hakîm'dir), insanı da yaratıp bu dünyaya atmış değildir ("İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır"; Kıyame: 75/36). Yaratan, insanın bu dünyada, kabiliyet ve imkanlarını hür olarak "iyilik, güzellik ve hayır" için kullanmasını, peygamberlere kulak vermesini, şeytana ve tedîb edilmemiş nefse uymamasını, kendi kesbi ve Yaratan'ın lutfu ile iki cihanda saadete ermesini istemiştir. İnsanın bu hedefi (yaratılış hikmetini) gerçekleştirebilmesi için hür olması ve elinde bazı imkanların bulunması gerekir. İşte İslam'da insan hak ve hürriyetleri, bu hedef göz önünde tutularak verilmiş, hürriyetin sınırları da buna göre çizilmiştir. Bugün adına "temel veya insan olmaya bağlı haklar" denilen kısım, İslam toplumunda yaşayan her insana (kadın erkek, Müslüman gayr-i Müslim, dinli dinsiz...) tanınır. Kamu hizmetleri, vatandaşlık, evlenmede denklik gibi bazı hak alanlarında insan olmaktan başka nitelikler aranır; bu nitelikleri taşıyanlara, bu "liyakate, ehil olmaya, hak etmeye bağlı" olan haklar da verilir. Bir gayr-i Müslim "İslam ülkesi vatandaşı" yaşama, düşünce, inanç, mülk edinme, seyahat, özel hayatın korunması, ekonomik faaliyet..." gibi temel (insan olmaya bağlı) haklardan Müslümanlar gibi yararlanır. Ama sıra mesela devlet başkanı veya ordu komutanı, hakim olmak gibi kamu hizmetlerine geldiğinde Müslüman olmayanlar bu vazifelere ehil kabul edilmezler.
Laik/seküler sistemlerde de mesela vatandaş olmayanlara, sabıkası teniz olmayanlara, belli bir yüksek tahsil yapmış olmayanlara... bu haklar tanınmaz.
Bu girişten sonra muhteşem ve mübarek Veda Hutbesi'ne dönelim ve dünyada "insan hakları" konuşulmaz iken Son Peygamber'in (s.a.) dilinden ilan edilen ve Allah tarafından insanlara bahşedilen haklara bakalım:
"Ey insanlar, Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepinizin soyu Adem'e çıkar, Adem ise topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız en takvalı (hayatını Allah rızasına uygun yaşama bilinci, azmi ve titizliği içinde) olanınızdır. Bu takva ölçüsüne bağlı olan değer dışında Arap olanın, başka ırk ve kültürlere mensup olanlardan üstünlüğü yoktur."
Tek medeniyet olduğu, insanlığın o medeniyete intisap ederek medeni olabilecekleri iddia edilen Batı medeniyeti hâlâ bu noktaya gelemedi. İnsanların eşit olduğunu ilan eden ilk belgeler ancak 18. Yüzyıl'da yazıldı, kabul edildi, ama hâlâ fiilen çeşitli sebeplerle birçok ayrımcılık hüküm sürüyor, bu belgelerde kadın yoktu (hayli zaman sonra girdi), bu belgelerde eşitliğin temel gerekçesi ile üstünlüğün makul ölçütü eksikti, hâlâ eksik.
Hutbedeki ifadeye göre herkes eşittir, üstünlük ancak takvadaki üstünlük ile olur, hiçbir kimse kendi takvasının başkasına göre daha üstün olduğunu iddia edemeyeceği için –takva bakımından da- bir ayrışma, bir "kendini üstün görme" durumu yaşanmaz. Temel haklar bakımından Müslümanlara eşit olan gayr-i Müslimlerin dini değerlendirme ve Allah katındaki derece bakımından Müslümanlardan aşağıda olmaları objektif bir kıstasa dayanır ki, bu da apaçık inkardır (İslam'a iman etmemektir.). İslam topluluğu içinde fasık denilen ve açıkça günah işleyen kimselerin, sabıkası temiz olanlardan daha aşağı derecede olmalarının sebebi de yine objektif, elle tutulur gözle görülür olan ihlallerdir, kırmızı çizgileri çiğnemektir.
(Devam edeceğim).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.